LOHUSALIK DÖNEMİ
Doğumdan sonraki 6 haftalık (42 gün) döneme lohusalık dönemi denir. Bu dönemde, vücut tekrar gebelik öncesi haline döner. Tromboflebit (Toplardamar İltihabı)Toplardamarların pıhtı ile tıkanmasıdır. Özellikle bacaklarda çoğu kez kramp, şişme, kızarma, hafif ateş ve hassasiyet görülür. Bu durumda:Mutlaka doktor gözetimine girin. Doğumdan sonra erken hareket edin, fakat 6 hafta ağır işler yapmayın. Ağrılı bacağı yastıklarla yükselterek istirahate alın. Ağrılı bölgeye sıcak havlu ile pansuman yapın.
Kabızlık ;
Lohusalıkta karın ve boşaltım kaslarının aşırı gerilip esnekliğini kaybetmesi sonucu kabızlık oluşur.Bol sıvı alın. Bol sebze, meyve, kepekli ekmek, kuru erik ve kayısı yiyin. Yeterince hareket ederek, bağırsaklarınızın çalışmasını sağlayın. Her gün aynı saatte tuvalete çıkma alışkanlığı edinin. Eğer ayağa kalkamıyorsanız yattığınız yerde kol ve bacaklarınızı hareket ettirin, sık sık pozisyon değiştirin.
Lohusalık Humması ;
Doğum kanalının iltihaplanmasıdır. Doğumdan 24 saat sonra yüksek ateş, karnın alt kısmında ağn ve hasasiyet, başağrısı ve kokulu akıntı gibi belirtiler verir. Bu durum ciddidir, görüldüğünde hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.
Dış Üreme Organlarının Temizliği (perine bakımı) ;
Lohusalık döneminde dış üreme organlarının bakımı şarttır.Doğum sonrası dış üreme organlarını kuru ve temiz tutun. Tuvaletten önce ellerinizi mutlaka yıkayın. Her tuvalete gittiğinizde antiseptik solüsyon kullanın. Tuvalet temizliğini, mikrop bulaşmasını önlemek için üreme organlarından makata doğru yapın. Her tuvaletten sonra ellerinizi mutlaka yıkayın. Eğer pamuk kullanıyorsanız gazlı beze sarın ve mümkünse hazır pet kullanın.
Doğan Bebeğiniz İçin Neler Yapabilirsiniz?
Dünyaya gözlerini açan bebek her yönüyle anneye muhtaçtır. Bebekler hızlı bir büyüme ve gelişme içinde olduklarından sağlıklı olarak büyüyüp gelişmeleri iyi bir bakımla sağlanır.
Göbek Bakımı:
Bebeklerde yeterli göbek bakımı yapılmaması ölümle sonuçlanabilecek hastalıklara neden olabilir. Bunu önlemek için:Bebeğe mikrop bulaştırmamak için elerinizi yıkayın. Mersollü veya alkollü bir pamukla göbek kordonunu ve çevresini iyice silin. Göbek kordonunu içine alacak biçimde hazır sargı bezi veya ütülenmiş bir bez ya da tülbentle göbeği sarın. Göbeğe kesinlikle lokum,hamur,pudra gibi şeyler koymayın. Bebeğinizi, göbeği düşünceye kadar silerek temizleyin ve göbeği düşdükten sonra banyo yaptırın Eger göbek ve çevresi kızarık, şiş ve göbekten akıntı geliyorsa en yakın sağlık kuruluşuna, başvurun. Doğumdan sonraki 3-4 gün boyunca pıhtılı kanamanız olacaktır. Daha sonra kanama miktarı azalacak, geçen günlerle birlikte rengi açılarak, yerini sarı-beyaz renkli bir akıntıya bırakacaktır. Bu akıntı ise hemen hemen lohusalığın sonuna kadar devam edecektir.
Doğum sonrasında dikkat edilmesi gerekli hususlar şu şekilde özetlenebilir:
• Rahim Masajı: Karnınıza bastırdığınızda rahminizi hissedebilirsiniz. Doğumda göbek hizasında olan rahminiz, hergün 1-2 cm kadar küçülür ve 2. haftada ele gelmez olur. İlk günlerde daha sık olmak üzere, günde 8-10 kez rahim tepesine biraz kuvvetlice yapacağınız, 20-30 sn süreli ovma hareketi, rahminizin küçülmesini hızlandırır. Bu sayede hem kanamanız az olur, hem de enfeksiyon gelişme riski bertaraf edilmiş olur. Bu masajlar esnasında bir miktar ağrı hissedebilirsiniz ve siz masaj yaptıkça rahminizin sertleştiğini hissedersiniz.
• Ağrı: Doğum ve sezeryan sonrasında, dönem dönem ağrı hissedebilirsiniz. Çok şiddetli olmadıkça, size reçete edilen ağrı kesicilerden günde 3-4 kez alabilirsiniz. Doğum sonrası dikiş yerlerinizdeki ağrı, özellikle oturduğunuz zamanlarda sizi rahatsız ediyorsa, reçetedeki kremi dikiş kenarlarına sürebilirsiniz. Sezeryan sonrasında ise, birkaç hafta boyunca dikiş köşelerinin biraz daha üst kısmında ağrı hissedebilirsiniz.
• Ateş ve Terleme: Doğum sonrasında hafif ateşiniz olabilir. Ayrıca bol terleme ve sık sık idrara gitme ile vücudunuzda biriken suyu atarsınız. Eğer 38 ° C üzerinde ateşiniz olursa önce göğüslerinizi yoklayın. Göğüslerde süt birikmesi (göğüslerin aşırı sert ve hassas olması ile anlaşılır) ateşe neden olabilir. Böyle bir durumda göğüslerinizi yumuşayıncaya kadar tirle (meme pompası) yardımı ve masajla boşaltın. 1 saat sonra ateş halen yüksek ise önemli bir duruma işaret ediyor olabilir.
• Yara Yerlerinin Bakımı: Normal doğumlarda yapılan dikişlerin iyileşmesinde iki hususa dikkat etmelisiniz. Temizlik ve kuruluk. Size reçete edilen tentürdiyot benzeri sıvıyı 1 lt. Pet şişe su ile karıştınız ve daima ağzı kapalı bir şekilde muhafaza ediniz. Her tuvaletten sonra temiz bir pamuğu bu su ile bolca ıslatarak, genital bölgenizi, önden arkaya doğru silin ve pamuğu atın. Bu uygulamaya bir hafta - 10 gün devam edin. Sık sık pet değiştirerek genital bölgenin temiz ve kuru kalmasını sağlayın. Sezeryan sonrasında ise, günde bir kez temiz bir pamuk yardımıyla, bu solüsyonla yara yerini silin (solüsyonu sulandırmadan). Bir haftalık uygulama yeterli olacaktır.
• Beslenme: Lohusalık döneminde beslenme, gebelikteki gibidir. Bol sıvı almayı ihmal etmeyin. Gaz yapıcı gıdaları yemeyin. Ayrıca, doğumla birlikte oluşan kanamanın getireceği eksikliği gidermek ve sütünüzün kalitesini artırmak bakımından, demir-vitamin haplarınıza en az 3 ay kadar daha devam etmelisiniz.
• Hareket: İster sezaryenle, isterseniz normal yolla doğum yapın, eve gittiğinizde kendinizi yatağa bağlamaktan kaçının. Şüphesiz istirahat edeceksiniz, ama uzun süre yatmanın damarlarda pıhtı oluşması gibi,bir takım riskleri de beraberinde getireceğini hatırınızda tutun. Kendinizi ne kadar çabuk yataktan kurtarırsanız, o kadar çabuk iyileşirsiniz. Normal doğumdan bir hafta sonrasından itibaren hafif egzersizlere başlayın ve özellikle karın kaslarınızı, kalça ve sırt kaslarınız kuvvetlendirici egzersizler yapın. Sezaryen sonrası 6 ay boyunca, dikişlerinizi zorlayıcı hareketlerden ve ağır eşyaları (su dolu kova, ağır valiz, koltuk gibi) kaldırmaktan kaçınmalısınız. Ayrıca ilk birkaç hafta boyunca, öksürürken, doğrulurken ellerinizle dikişlerinizi destekleyin (Ama kolay kolay açılmayacak kadar sağlam olduğunu da bilin).
• Banyo: Normal doğumdan sonra eve gittiğinizde, sezeryan sonrasında ise 7. günde banyo yapabilirsiniz. Tüm lohusalık dönemi boyunca banyonuzu ayakta duş şeklinde yapın ve küvete ve havuza girmeyin.
• Cinsel İlişki: Lohusalık bir iyileşme dönemidir. Bu nedenle, lohusalığın sonuna kadar ilişki sakıncalıdır.
21 Ekim 2007 Pazar
Doğum Çantası
Gebeliğinizin son ayına girdiğinizde, artık doğum için bir takım hazırlıklar yapmanız gerekmektedir.
Daha önceden hazırladığınız çantanızda sizin ve bebeğinizin ihtiyaç duyacağı şu malzemeler bulunmalıdır:
& Sizin için: 2 adet gecelik (pijama değil),iç çamaşırı, terlik, yüz havlusu, çorap, tarak, hasta bezi (eczanelerde bulabilirsiniz), deodorant,diş fırçası ve diş macunu.
& Bebeğiniz için: Zıbın, başlık, bebek battaniyesi, bebek havlusu, çocuk bezi, biberon ve mama. Kordon kanı alınacaksa,ilgili malzemeyi beraberinizde getirmeyi unutmayın.
Ayrıca fotoğraf makinesi ve varsa video kameranız da yanınızda bulunsun. Deneyimli yakınlarınızın önereceği malzemeleri de çantanıza ekleyebilirsiniz.
Doğum yapacağınız kliniği daha önceden görün; bu sayede nasıl bir yere gideceğinizin ve nasıl karşılanacağınızın tedirginliğinden kurtulmuş olursunuz. Eğer bu hazırlıklarınız tamamsa, doğum başladığında neler yapacağınızı eşinizle önceden planlayın. Örneğin, doğuma giderken beraberinizde götüreceğiniz kişiyi, hastaneye nasıl ulaşacağınızı, evdeki çocuğunuzu kime bırakacağınızı planlayın.
Daha önceden hazırladığınız çantanızda sizin ve bebeğinizin ihtiyaç duyacağı şu malzemeler bulunmalıdır:
& Sizin için: 2 adet gecelik (pijama değil),iç çamaşırı, terlik, yüz havlusu, çorap, tarak, hasta bezi (eczanelerde bulabilirsiniz), deodorant,diş fırçası ve diş macunu.
& Bebeğiniz için: Zıbın, başlık, bebek battaniyesi, bebek havlusu, çocuk bezi, biberon ve mama. Kordon kanı alınacaksa,ilgili malzemeyi beraberinizde getirmeyi unutmayın.
Ayrıca fotoğraf makinesi ve varsa video kameranız da yanınızda bulunsun. Deneyimli yakınlarınızın önereceği malzemeleri de çantanıza ekleyebilirsiniz.
Doğum yapacağınız kliniği daha önceden görün; bu sayede nasıl bir yere gideceğinizin ve nasıl karşılanacağınızın tedirginliğinden kurtulmuş olursunuz. Eğer bu hazırlıklarınız tamamsa, doğum başladığında neler yapacağınızı eşinizle önceden planlayın. Örneğin, doğuma giderken beraberinizde götüreceğiniz kişiyi, hastaneye nasıl ulaşacağınızı, evdeki çocuğunuzu kime bırakacağınızı planlayın.
Sezaryen Doğum
Sezaryen nedenleri nelerdir?
Annenin çeşitli hastalıkları, fetal sıkıntı (distres), bebeğin bir an önce doğurtulmasını gerektiren riskli gebelikler, psikolojik nedenler (annenin doğumdan korkması) sezaryen sebepleri arasında sayılabilir. Bebeğin normalden iri olması (4500gr den fazla) veya annenin kalça yapısının dar olması doğumu güçleştiren önemli nedenler arasındadır. Çok ciddi anormallikler dışında, muayene ile pelviste darlık saptanması doğumun gerçekleşmeyeceğini göstermez. Pelviste darlık olan bir anne adayının bebeği de küçük olabilir ve beklenmedik bir şekilde rahat doğabilir. Tersi de geçerlidir. Pelvisi oldukça müsait olan bir kadının bebeği normalden iri olabilir ya da doğum kanalına normalde girmesi gereken pozisyonların dışında bir pozisyonla girdiği için doğum gerçekleşemeyebilir. Bu nedenle, bu tür durumlar için, iri bebek ya da dar pelvisten çok baş-pelvis uygunsuzluğu terimi tercih edilir. Bu durum da genellikle gebeliğin son haftalarından ve hatta çoğu zaman doğum eylemi başlamadan önce saptanamaz.Baş-pelvis uygunsuzluğu sadece başın büyük veya kalçanın dar olmasına bağlı değildir. Bebek normal kiloda kalça oldukça müsait olabilir ama bebek istenen pozisyonda olmayabilirBebeğin sorunsuz doğum kanalında ilerleyebilmesi için belli pozisyonlarda pelvise girmesi ve belli manevraları yapması gerekir. Eğer, normal dışı bir pozisyonda girerse en küçük çaplarını doğum kanalına uyduramayacağı için doğum güçleşir veya gerçekleşemez, sezaryene almak gerekir. Bebeğin rahim kanalına baş önde gelmemesi de sorun yaratır. Baş dışı gelişler tüm gebeliklerin %5 civarında görülebilir. Makat geliş bazı koşullar sağlandığı taktirde mümkün olsa da anne ve bebek için riskleri arttırdığından sezaryen tercih edilebilir. İkiz gebeliklerde her 2 bebek de baş ile doğum kanalına yönelmişse normal doğum denenebilir. Diğer tüm durumlarda sezaryen yapılması önerilir. İkizden daha fazla çoğul gebeliklerde ise sezaryen tercih edilir. Yapılan doğum öncesi fetal iyilik testlerinde fetusun sıkıntıda olduğunu gösteren bulgular varsa veya normal doğuma bırakılan bir gebelikte bebeğin kalp atışlarında düşme olursa bu fetusun sıkıntıda olduğunu gösterir. Bu durumlarda bir an önce doğumu gerçekleştirmek ve bebeği normal doğum riskine bırakmamak gerekir. Bu nedenle, bu olgularda sezaryen önerilir. Plasentanın rahim ağzını kapatması durumda normal doğum mümkün değildir. Plasenta previa gebelik sırasında yapılan ultrasonografide kolaylıkla saptanabilir. Bu durumda, normal doğum şansı vermeden direkt hastayı sezaryene almaka gerekir, aksi taktirde doğum sancılarının başlaması ile hastayı ve bebeği riske atacak kanama söz konusu olabilir.Plasentanın erken ayrılması da karşılaşılan bir sorundur.Normalde plasenta bebek doğduktan sonra rahimden ayrılır. Bir nedenle, bebek doğmadan rahimden erken ayrılması plasentadan beslenen bebeğin anne karnında ölümüne ve geç tespit edilirse annede aşırı kanamaya bağlı oluşan pıhtılaşma bozuklukları sonucu hayati riske neden olur. Çoğunlukla acil bir durumdur. Fark edildiği zaman bir kısım bebek kaybedilmiş olabilir. Saptanır saptanmaz acil sezaryene almak gereklidir. Nadiren annenin su kesesi açıldığında bebeğin başı doğum kanalına oturmadan göbek kordonu sarkabilir. Bu çok acil ve tehlikeli bir durumdur. En kısa zamanda sezaryene almak gerekir.Göbek kordonu bazen bebeğin boynuna, koluna veya bacağına dolanabilir. Bu gebelik öncesi ultrason ile bazen saptanabilir ancak çoğunlukla olduğu gibi ultrason ile görülmeyebilir. Bu durumda rahim kasılmaları oldukça bebeğin aşağı doğru itilmesi göbek kordonunu sıkıştırır ve kalp hızında azalma olur. Bu şekilde kalp hızındaki yavaşlamalar kordon dolanması açısından uyarıcıdır ve sezaryene alınması uygundur.Annenin ıkınmasının sakıncalı olduğu hastalıklar (örneğin kalp hastalıkları, anevrizma), pelvik bölgede doğumu engelleyebilecek myom ya da yumurtalık kisti gibi kitleler, annenin geçirilmiş rahim operasyonları ya da daha önceki doğumunu sezaryenle yapması, annede genital herpes (uçuk) olması durumunda sezaryen gerekebilir. Annenin normal doğumdan korkması, sancı çekmek istememesi, az da olsa bebeği riske atmak istememesi, vajinusmusu olması gibi nedenlerle isteğe bağlı sezaryen yapılabilir.
Annenin çeşitli hastalıkları, fetal sıkıntı (distres), bebeğin bir an önce doğurtulmasını gerektiren riskli gebelikler, psikolojik nedenler (annenin doğumdan korkması) sezaryen sebepleri arasında sayılabilir. Bebeğin normalden iri olması (4500gr den fazla) veya annenin kalça yapısının dar olması doğumu güçleştiren önemli nedenler arasındadır. Çok ciddi anormallikler dışında, muayene ile pelviste darlık saptanması doğumun gerçekleşmeyeceğini göstermez. Pelviste darlık olan bir anne adayının bebeği de küçük olabilir ve beklenmedik bir şekilde rahat doğabilir. Tersi de geçerlidir. Pelvisi oldukça müsait olan bir kadının bebeği normalden iri olabilir ya da doğum kanalına normalde girmesi gereken pozisyonların dışında bir pozisyonla girdiği için doğum gerçekleşemeyebilir. Bu nedenle, bu tür durumlar için, iri bebek ya da dar pelvisten çok baş-pelvis uygunsuzluğu terimi tercih edilir. Bu durum da genellikle gebeliğin son haftalarından ve hatta çoğu zaman doğum eylemi başlamadan önce saptanamaz.Baş-pelvis uygunsuzluğu sadece başın büyük veya kalçanın dar olmasına bağlı değildir. Bebek normal kiloda kalça oldukça müsait olabilir ama bebek istenen pozisyonda olmayabilirBebeğin sorunsuz doğum kanalında ilerleyebilmesi için belli pozisyonlarda pelvise girmesi ve belli manevraları yapması gerekir. Eğer, normal dışı bir pozisyonda girerse en küçük çaplarını doğum kanalına uyduramayacağı için doğum güçleşir veya gerçekleşemez, sezaryene almak gerekir. Bebeğin rahim kanalına baş önde gelmemesi de sorun yaratır. Baş dışı gelişler tüm gebeliklerin %5 civarında görülebilir. Makat geliş bazı koşullar sağlandığı taktirde mümkün olsa da anne ve bebek için riskleri arttırdığından sezaryen tercih edilebilir. İkiz gebeliklerde her 2 bebek de baş ile doğum kanalına yönelmişse normal doğum denenebilir. Diğer tüm durumlarda sezaryen yapılması önerilir. İkizden daha fazla çoğul gebeliklerde ise sezaryen tercih edilir. Yapılan doğum öncesi fetal iyilik testlerinde fetusun sıkıntıda olduğunu gösteren bulgular varsa veya normal doğuma bırakılan bir gebelikte bebeğin kalp atışlarında düşme olursa bu fetusun sıkıntıda olduğunu gösterir. Bu durumlarda bir an önce doğumu gerçekleştirmek ve bebeği normal doğum riskine bırakmamak gerekir. Bu nedenle, bu olgularda sezaryen önerilir. Plasentanın rahim ağzını kapatması durumda normal doğum mümkün değildir. Plasenta previa gebelik sırasında yapılan ultrasonografide kolaylıkla saptanabilir. Bu durumda, normal doğum şansı vermeden direkt hastayı sezaryene almaka gerekir, aksi taktirde doğum sancılarının başlaması ile hastayı ve bebeği riske atacak kanama söz konusu olabilir.Plasentanın erken ayrılması da karşılaşılan bir sorundur.Normalde plasenta bebek doğduktan sonra rahimden ayrılır. Bir nedenle, bebek doğmadan rahimden erken ayrılması plasentadan beslenen bebeğin anne karnında ölümüne ve geç tespit edilirse annede aşırı kanamaya bağlı oluşan pıhtılaşma bozuklukları sonucu hayati riske neden olur. Çoğunlukla acil bir durumdur. Fark edildiği zaman bir kısım bebek kaybedilmiş olabilir. Saptanır saptanmaz acil sezaryene almak gereklidir. Nadiren annenin su kesesi açıldığında bebeğin başı doğum kanalına oturmadan göbek kordonu sarkabilir. Bu çok acil ve tehlikeli bir durumdur. En kısa zamanda sezaryene almak gerekir.Göbek kordonu bazen bebeğin boynuna, koluna veya bacağına dolanabilir. Bu gebelik öncesi ultrason ile bazen saptanabilir ancak çoğunlukla olduğu gibi ultrason ile görülmeyebilir. Bu durumda rahim kasılmaları oldukça bebeğin aşağı doğru itilmesi göbek kordonunu sıkıştırır ve kalp hızında azalma olur. Bu şekilde kalp hızındaki yavaşlamalar kordon dolanması açısından uyarıcıdır ve sezaryene alınması uygundur.Annenin ıkınmasının sakıncalı olduğu hastalıklar (örneğin kalp hastalıkları, anevrizma), pelvik bölgede doğumu engelleyebilecek myom ya da yumurtalık kisti gibi kitleler, annenin geçirilmiş rahim operasyonları ya da daha önceki doğumunu sezaryenle yapması, annede genital herpes (uçuk) olması durumunda sezaryen gerekebilir. Annenin normal doğumdan korkması, sancı çekmek istememesi, az da olsa bebeği riske atmak istememesi, vajinusmusu olması gibi nedenlerle isteğe bağlı sezaryen yapılabilir.
Normal Doğum
Normal doğum miadına ulaşmış bir bebeğin (37 haftadan büyük ) herhangi bir operatif müdahale olmaksızın vajinal yolla doğmasını anlıyoruz. Eğer vakum ya da forseps doğuma yardımcı olmak amacıyla kullanılmışsa buna müdahaleli doğum denir. Suni sancı verilmesi ve bebeği vajenden çıkışını kolaylaştırmak için epizyotomi dediğimiz kontrollü kesinin yapılması da müdahaleli doğum olarak değerlendirilir. Doğum eylemi ya da doğum doktorları arasında sıkça kullanıldığı adıyla “travay” servikste (rahim ağzı veya rahim boynu) açılma ile birlikte olan ve anne tarafından doğum sancısı olarak algılanan düzenli rahim kasılmalarının başlamasıdır. Gebeliğin özellikle son trimesterinde düzensiz, Braxton-Hicks (yalancı doğum ağrıları) adı verilen kasılmalar olabilir, ancak bunun doğum eylemi olarak adlandırılabilmesi için düzenli aralıklarla gelmesi, şiddetinin giderek artması, sancı aralarının kasılması ve beraberinde servikste (rahim boynu) açılmanın ve incelmenin başlaması gerekir.
Doğumun aktif fazını 3 evrede inceleyebilir:
1. evre, doğum eyleminin başlamasından serviksin tam açıklığa (10 cm) ulaşmasına kadar olan dönemdir.
2. evre, serviksin tam açılmasından bebeğin doğumuna kadar geçen süredir.
3. evre ise, bebeğin doğumundan plasenta ve zarların atılmasına kadar geçen süredir.
Genelde doğumun yaklaştığının ilk belirtileri kasılmalar ve halk arasında "nişan gelmesi" olarak anılan durumdur. Rahim ağzı tüm gebelik boyunca sümüksü bir tıkaçla kapalıdır. Bu tıkaç bebeği dış etkenlere karşı korur. Doğum eyleminin başlamasından hemen önce rahim ağzında hafif bir açılma olur ve bu tıkaç kanlı bir akıntı şeklinde vücut dışına atılır.
Su kesilmesinin açılması genellikle aktif doğum eylemi başladıktan sonra olur. Ancak, bazen sancılar yani aktif eylem başlamadan da başlayabilir. Bu durumda eğer 6-12 saatte kendiliğinden başlamazsa suni sancıyla başlatmak gerekebilir. Çünkü zarlar enfeksiyondan koruyan bir bariyer görevi de yaparlar. Eğer, kese açıldıktan sonra belli sürede doğum olmazsa vajendeki mikropların enfeksiyon oluşturması riski de vardır. Zaman zaman da doğum doktorları eylemin bir safhasında (rahim ağzı açıklığı 4-5 cm’den fazla ise) su kesesini artifisyel olarak açarlar. Bu yaklaşım, doğumun hızlanmasına yardımcı olur.
Doğumun gerçekleşmesinde rol oynayan 3 temel faktör vardır:
1.İtici güçler (rahim kasılmaları ve doğumun 2. evresinde ıkınma)
2.Doğum kanalı (kalça kemiklerinin durumu ve yumuşak dokular)
3.Fetus
Bu üç faktör doğumun normal olup olamayacağını belirler. Bunlardan herhangi birindeki anormallik doğumu güçleştirir ve hatta bezen imkansızlaştırır.
Pelvis (ya da kalça) kemiklerinin yapısı kişiden kişiye değişebilir. En ideali jinekoid pelvis denen ovoid bir yapıda olmasıdır. Ancak, bu normal yapının varyasyonlarında pelviste darlık söz konusu olabilir. Normal bir pelviste doğum kanalını incelediğimizde girişte kanalın transvers (enine) çapının daha geniş olduğunu görürüz. Bebeğin başının da ön-arka çapı daha uzundur. Dolayısıyla doğum kanalına başın girebilmesi için bebek başının ön-arka çapının annenin doğum kanalı girişinde enine çapa uyması gerekir. Yani, bebeğin başı annenin sağ veya sol yanına bakacak şekilde yatay ya da hafif oblik (verev) olarak pelvise girer. Doğum kanalının çıkışında ise pelvisin ön-arka çapları daha uzundur. Bunun sonucunda doğumun olabilmesi için bebek doğum kanalında ilerlerken bir yandan da burgu hareketi ile başın en uzun olan ön-arka çapını pelvis çıkımının ön-arka çapına uydurması gerekir. Normalde, çıkıma geldiğinde başın arkası annenin ön tarafında olmalıdır. Bu durumda çıkıma gelen bebek rahmin kasılmaları ve annenin ıkınması ile başını geriye doğru atarak çıkımdan kurtulur. Baş çıktıktan sonra en geniş kısım olan omuzların çıkması için omuzlar da ön-arka çapa döner ve omuzlar doktorun da yapacağı manevralarla doğurtulur. Vücudun geri kalan kısmı çoğunlukla sorunsuz doğarBbebek doğum kanalından bir tünelden geçer gibi rahatlıkla geçememekte buna karşın kendini kanala uydurabilmek için birtakım manevralar yapmak zorundadır. Bu manevraları yapabilmesi için itici gücün yukarıdan bebeği aşağıya doğru zorlaması, bebeğin de bu itici güç karşısında doğru yolu ve pozisyonları kendiliğinden ister istemez bulur ve gereken manevraları yapar. İtici güç eylemin 1. evresinde sadece rahim kasılmaları iken, 2. evresinde annenin ıkınması da bu güce katkı da bulunur. Ikınma hareketi rahim ağzı tam açılmadan hiç bir zaman yapılmamalıdır. Bebek çıktıktan sonra sıra plasenta ve eklerinin çıkmasına gelmiştir ki bu evre eylemin 3. evresi veya “halas” olarak adlandırılır. Genellikle, kısa bir süre plasentanın kendiliğinden çıkması beklenir ve sonrasında gerekirse yardımcı manevralarla plasenta ve beraberinde zarların çıkması sağlanır. Bazen, plasenta kendiliğinden çıkmayabilir. Bu durumda, doktor elini uterusa sokup elle çıkartmak zorunda kalabilir. Nadiren, plasenta rahim duvarlarına iyice yapışık olabilir ki bu durumda plasenta tamamen çıkartılamayabilir. Plasenta yapışma anomalisi olarak adlandırılan bu durum riskli bir durumdur ve kanama kontrol edilemediği taktirde annenin rahminin alınmasına kadar gidebilir.
Müdahaleli Doğum
Vajinal doğum sırasında vakum ya da forseps (kaşık) doğuma yardımcı olmak amacıyla kullanılmışsa buna müdahaleli doğum denir. Suni sancı verilmesi ve bebeği vajenden çıkışını kolaylaştırmak için epizyotomi (dikişli doğum) dediğimiz kontrollü kesinin yapılması da müdahaleli doğum olarak değerlendirilir.
Suni sancı nedir, ne zaman verilir?
Bebek normal boyutlarda doğum kanalı ya da kalça kemikleri müsait olsa da annenin rahim kasılmaları yetersiz ise o zaman doğum süresinin uzamasına bağlı riskler ortaya çıkabilir. Bu durumda, annenin rahim kasılmalarını güçlendirmek amacıyla halk arasında “suni sancı” denilen oksitosin hormonu serumla verilir. Bazen de doğum eylemi beklenen doğum zamanı geçmesine rağmen başlamayabilir ya da gebeliğe ait risklerden dolayı doğum sancılarının kendiliğinden başlaması beklenmeden doğumun gerçekleşmesi gerekebilir. Bu durumda da oksitosin verilir. Yani, oksitosin ya da suni sancı; eylemi başlatmak ve yetersiz eyleme yardımcı olmak şeklinde 2 temel amaçla kullanılır. Oksitosin dışında su kesesinin doktor tarafından açılması da (amniyotomi) doğumun başlatılması ve eyleme yardım amacıyla kullanılır. Oksitosin, insan vücudunda yapılan bir hormondur ve birçok etkisi dışında en önemli fonksiyonu doğum sırasında rahimde kasılmaları sağlamaktır. Yanlış bir kanaat olarak suni sancının normal yolla başlayan sancılardan daha farklı olduğu düşünülür. Ancak, esasında mekanizma yetersiz olan doğal bir maddenin sentetik eşdeğerinin dışarıdan verilmesidir. Suni sancı esasen doğal bir hormonun kullanılmasıdır ancak kullanımı sırasında belirli riskler vardır. En önemli risk, kontrolsüz veya aşırı oksitosin verilmesine bağlı rahmin aşırı kasılması ve arada olması gereken gevşeme periyotlarının olmamasıdır. Bu durum, fetusa plasentadan kan akışını engelleyeceğinden risklidir. Bu nedenle, suni sancı verilirken doktor ve hemşirelerin yakın kontrolünde uygulanması gerekir. Ayrıca, oksitosin verilmesi planlanan hastada baş-pelvis uygunsuzluğu ya da anormal geliş şekli gibi normal doğuma engel bir durumun olmaması gereklidir.
Doğumun aktif fazını 3 evrede inceleyebilir:
1. evre, doğum eyleminin başlamasından serviksin tam açıklığa (10 cm) ulaşmasına kadar olan dönemdir.
2. evre, serviksin tam açılmasından bebeğin doğumuna kadar geçen süredir.
3. evre ise, bebeğin doğumundan plasenta ve zarların atılmasına kadar geçen süredir.
Genelde doğumun yaklaştığının ilk belirtileri kasılmalar ve halk arasında "nişan gelmesi" olarak anılan durumdur. Rahim ağzı tüm gebelik boyunca sümüksü bir tıkaçla kapalıdır. Bu tıkaç bebeği dış etkenlere karşı korur. Doğum eyleminin başlamasından hemen önce rahim ağzında hafif bir açılma olur ve bu tıkaç kanlı bir akıntı şeklinde vücut dışına atılır.
Su kesilmesinin açılması genellikle aktif doğum eylemi başladıktan sonra olur. Ancak, bazen sancılar yani aktif eylem başlamadan da başlayabilir. Bu durumda eğer 6-12 saatte kendiliğinden başlamazsa suni sancıyla başlatmak gerekebilir. Çünkü zarlar enfeksiyondan koruyan bir bariyer görevi de yaparlar. Eğer, kese açıldıktan sonra belli sürede doğum olmazsa vajendeki mikropların enfeksiyon oluşturması riski de vardır. Zaman zaman da doğum doktorları eylemin bir safhasında (rahim ağzı açıklığı 4-5 cm’den fazla ise) su kesesini artifisyel olarak açarlar. Bu yaklaşım, doğumun hızlanmasına yardımcı olur.
Doğumun gerçekleşmesinde rol oynayan 3 temel faktör vardır:
1.İtici güçler (rahim kasılmaları ve doğumun 2. evresinde ıkınma)
2.Doğum kanalı (kalça kemiklerinin durumu ve yumuşak dokular)
3.Fetus
Bu üç faktör doğumun normal olup olamayacağını belirler. Bunlardan herhangi birindeki anormallik doğumu güçleştirir ve hatta bezen imkansızlaştırır.
Pelvis (ya da kalça) kemiklerinin yapısı kişiden kişiye değişebilir. En ideali jinekoid pelvis denen ovoid bir yapıda olmasıdır. Ancak, bu normal yapının varyasyonlarında pelviste darlık söz konusu olabilir. Normal bir pelviste doğum kanalını incelediğimizde girişte kanalın transvers (enine) çapının daha geniş olduğunu görürüz. Bebeğin başının da ön-arka çapı daha uzundur. Dolayısıyla doğum kanalına başın girebilmesi için bebek başının ön-arka çapının annenin doğum kanalı girişinde enine çapa uyması gerekir. Yani, bebeğin başı annenin sağ veya sol yanına bakacak şekilde yatay ya da hafif oblik (verev) olarak pelvise girer. Doğum kanalının çıkışında ise pelvisin ön-arka çapları daha uzundur. Bunun sonucunda doğumun olabilmesi için bebek doğum kanalında ilerlerken bir yandan da burgu hareketi ile başın en uzun olan ön-arka çapını pelvis çıkımının ön-arka çapına uydurması gerekir. Normalde, çıkıma geldiğinde başın arkası annenin ön tarafında olmalıdır. Bu durumda çıkıma gelen bebek rahmin kasılmaları ve annenin ıkınması ile başını geriye doğru atarak çıkımdan kurtulur. Baş çıktıktan sonra en geniş kısım olan omuzların çıkması için omuzlar da ön-arka çapa döner ve omuzlar doktorun da yapacağı manevralarla doğurtulur. Vücudun geri kalan kısmı çoğunlukla sorunsuz doğarBbebek doğum kanalından bir tünelden geçer gibi rahatlıkla geçememekte buna karşın kendini kanala uydurabilmek için birtakım manevralar yapmak zorundadır. Bu manevraları yapabilmesi için itici gücün yukarıdan bebeği aşağıya doğru zorlaması, bebeğin de bu itici güç karşısında doğru yolu ve pozisyonları kendiliğinden ister istemez bulur ve gereken manevraları yapar. İtici güç eylemin 1. evresinde sadece rahim kasılmaları iken, 2. evresinde annenin ıkınması da bu güce katkı da bulunur. Ikınma hareketi rahim ağzı tam açılmadan hiç bir zaman yapılmamalıdır. Bebek çıktıktan sonra sıra plasenta ve eklerinin çıkmasına gelmiştir ki bu evre eylemin 3. evresi veya “halas” olarak adlandırılır. Genellikle, kısa bir süre plasentanın kendiliğinden çıkması beklenir ve sonrasında gerekirse yardımcı manevralarla plasenta ve beraberinde zarların çıkması sağlanır. Bazen, plasenta kendiliğinden çıkmayabilir. Bu durumda, doktor elini uterusa sokup elle çıkartmak zorunda kalabilir. Nadiren, plasenta rahim duvarlarına iyice yapışık olabilir ki bu durumda plasenta tamamen çıkartılamayabilir. Plasenta yapışma anomalisi olarak adlandırılan bu durum riskli bir durumdur ve kanama kontrol edilemediği taktirde annenin rahminin alınmasına kadar gidebilir.
Müdahaleli Doğum
Vajinal doğum sırasında vakum ya da forseps (kaşık) doğuma yardımcı olmak amacıyla kullanılmışsa buna müdahaleli doğum denir. Suni sancı verilmesi ve bebeği vajenden çıkışını kolaylaştırmak için epizyotomi (dikişli doğum) dediğimiz kontrollü kesinin yapılması da müdahaleli doğum olarak değerlendirilir.
Suni sancı nedir, ne zaman verilir?
Bebek normal boyutlarda doğum kanalı ya da kalça kemikleri müsait olsa da annenin rahim kasılmaları yetersiz ise o zaman doğum süresinin uzamasına bağlı riskler ortaya çıkabilir. Bu durumda, annenin rahim kasılmalarını güçlendirmek amacıyla halk arasında “suni sancı” denilen oksitosin hormonu serumla verilir. Bazen de doğum eylemi beklenen doğum zamanı geçmesine rağmen başlamayabilir ya da gebeliğe ait risklerden dolayı doğum sancılarının kendiliğinden başlaması beklenmeden doğumun gerçekleşmesi gerekebilir. Bu durumda da oksitosin verilir. Yani, oksitosin ya da suni sancı; eylemi başlatmak ve yetersiz eyleme yardımcı olmak şeklinde 2 temel amaçla kullanılır. Oksitosin dışında su kesesinin doktor tarafından açılması da (amniyotomi) doğumun başlatılması ve eyleme yardım amacıyla kullanılır. Oksitosin, insan vücudunda yapılan bir hormondur ve birçok etkisi dışında en önemli fonksiyonu doğum sırasında rahimde kasılmaları sağlamaktır. Yanlış bir kanaat olarak suni sancının normal yolla başlayan sancılardan daha farklı olduğu düşünülür. Ancak, esasında mekanizma yetersiz olan doğal bir maddenin sentetik eşdeğerinin dışarıdan verilmesidir. Suni sancı esasen doğal bir hormonun kullanılmasıdır ancak kullanımı sırasında belirli riskler vardır. En önemli risk, kontrolsüz veya aşırı oksitosin verilmesine bağlı rahmin aşırı kasılması ve arada olması gereken gevşeme periyotlarının olmamasıdır. Bu durum, fetusa plasentadan kan akışını engelleyeceğinden risklidir. Bu nedenle, suni sancı verilirken doktor ve hemşirelerin yakın kontrolünde uygulanması gerekir. Ayrıca, oksitosin verilmesi planlanan hastada baş-pelvis uygunsuzluğu ya da anormal geliş şekli gibi normal doğuma engel bir durumun olmaması gereklidir.
Suda Doğum
* Suda doğum çok yeni bir doğum tekniği mi?
Bilinen ilk suda doğum, 1803 yılında Fransa'da, doğumu çok uzun süren bir kadının doğumunu kolaylaştırmak amacıyla sıcak su dolu bir küvete girmesiyle gerçekleşmiş. Sıcak su içinde yatarak doğum sancılarını azaltmak, onlarca yıldır uygulanan bir klinik uygulamaydı. Fakat, bu çok kısa süreler için ve doğumun erken evrelerinde yapılmaktaydı. Daha sonraları 1970'lerde Rusya ve Fransa'da başlayan suda doğumun gerçekleşmesi akımı 1980 ve 1990'larda İngiltere, Kanada ve diğer Avrupa ülkelerinde yaygınlaştı. 1983 yılında ünlü İngiliz tıp dergisi Lancet'de yayınlanan bir makale, konunun İngiltere ve kıta Avrupa'sında birden popüler olmasına yol açtı. İngiltere'de kadın hastalıkları ve doğum biliminin en üst kuruluşu olan Royal College of Obstetricians and Gynecologists (RCOG) 1990, 1994 ve en son olarak 2001 yıllarında bu konuyla ilgili görüşlerini tıp dünyasına açıkladı.
* Suda doğumun faydaları neler?
Asıl fayda, doğum sırasında annenin daha rahat ve ağrısız doğum sürecini yaşamasına yardımcı olmaktır. Suyun sıcaklığı ve kaldırma gücü nedeniyle rahme giden kan akımı artar, rahmin kasılmaları etkinleşir, artan oksijen nedeniyle ağrılar azalabilir. Su vajenin ağzını, yani bebeğin çıkış noktasını daha gevşek hale getirebilir. Bu da o bölgenin doğumda yırtılması olasılığını azaltabilir. Bebek için ise, bilimsel verilerden çok suda doğumu gerçekleştiren tıbbi personelin ve annelerin gözlemleri söz konusudur. Bu kişiler bebeğin kesenin içindeki sıvı bir ortamdan yine sıvı bir ortama doğarak daha yumuşak ve stressiz bir geçiş yaptığını ve bu bebeklerin daha az ağlayan, daha sakin bebekler olduğunu savunuyor.
BEBEKLER KARŞILAŞTIRILDI
* Suda doğum ne kadar güvenlidir?
Bu konuda yapılmış olan en kapsamlı ve güvenilir çalışma 1999 yılında British Medical Journal adlı İngiliz tıp dergisinde yayınlandı. R. Gilbert ve P. Tookey'in yaptığı bu çalışma, 1994-96 yılları arasında İngiltere ve Galler'de gerçekleşmiş olan 4029 suda doğumu kapsamaktaydı. Bu çalışmaya göre, o yıllarda yapılan her bin doğumdan altısı suda doğum olarak gerçekleşmişti. Araştırmacılar suda doğan bu bebeklerin ölüm ve yeni doğan yoğun bakım ünitelerine yatırılış oranlarını, normal olarak karada doğan bebeklerin oranlarıyla karşılaştırdılar. Çıkan sonuca göre suda doğan bebeklerde görülen ölüm oranıyla karada doğan bebeklerin oranları arasında bir fark yoktu. (Her ikisi de binde 1,2-1,4 civarındaydı). Yenidoğan yoğun bakım ünitelerine yatırılma riski açısından da her iki grubun oranları aynı bulundu. Suda doğum adaylarının gebelikleri boyunca bir sorunlarının olmaması gerekir.
* Kimler suda doğuramaz?
Herpes gibi genital bölgede enfeksiyonu olanlar, bebeğin başının değil poposunun rahim ağzına yakın olduğu gebelikler, çoğul gebelikler, erken doğumlar, pre-eklampsi (gebelik zehirlenmesi) veya diyabet (şeker) gibi hastalıkları olanlar, bebeğinde gelişme geriliği saptananlar, doğum sırasında bebeğin kalp atışlarında bir oksijen azlığı şüphesi doğanlar, doğumda yoğun mekonyum (bebeğin dışkısı) görüldüğü durumlarda önerilmemektedir. SU HİJYENİK OLMALI
* Suyun sıcaklığı nasıl ayarlanmalı?
Sıcak suyun kasları gevşettiği ve ruhsal rahatlama sağladığı bilinmektedir. Bunun sonucunda rahme giden kan akımı artar ve rahmin kasılmaları daha az ağrılı olabilir. Çünkü artan kan akımıyla birlikte, rahim kaslarına giden oksijen oranı da artar. Bu, aynı zamanda rahim kasının daha iyi kasılmasına ve bu sayede doğum sürecinin daha kısa olmasına yol açabilir. Vücut ısısı olan 37 derece, suyun da ısısı olmak bakımından ideal bir derecedir. Suyun sıcaklığı doğum sırasında devamlı ölçülmeli ve hep 37 derecede kalması sağlanmalıdır.
* Doğum havuzunun temizliğinin önemi nedir?
Doğum eylemi sırasında havuz suyu; amniotik sıvı (bebeğin kesesindeki sıvı), kan, idrar ve benzeri maddelerle kirlenir. Bu, hem bebeğin hem de annenin doğum sonrası enfeksiyon riskini artırabilir. Bu nedenle, havuzun suyu belli aralıklarla değiştirilmeli, havuzdaki yabancı maddeler süzgeç araçlarla çıkartılmalı ve havuz suyu enfeksiyonlara karşı korunmalıdır.
* Bebek suyun altında nefes alır mı?
Normal koşullarda bebek suyun altında nefes almaz. Suyun sıcaklığı ve bebeğin başının suyun içinde olması nefes alma refleksini engeller. Soğuk ise, nefes alma refleksini körükler. Bebeğin başı sıcak suyun içinden çıkartılıp daha soğuk olan havayla temas ettiğinde nefes alma refleksi harekete geçer ve bebek nefes almaya başlar. Bebeğin suyun içinde olduğu birkaç saniye içinde bebek oksijeni tüm gebelik boyunca olduğu gibi, kordondaki anne kanı aracılığı ile alır. Bebeğin suyun altında nefes almaya çalışması ve bu nedenle ciğerlerine su kaçması, doğumda doğum kanalından geçerken oksijenlenmesini azaltıcı bir stres yaşadığı durumlarda olabilir. Bunun için bebek doğum sırasında bebek kalp monitörü ile düzenli olarak izlenmelidir
Bilinen ilk suda doğum, 1803 yılında Fransa'da, doğumu çok uzun süren bir kadının doğumunu kolaylaştırmak amacıyla sıcak su dolu bir küvete girmesiyle gerçekleşmiş. Sıcak su içinde yatarak doğum sancılarını azaltmak, onlarca yıldır uygulanan bir klinik uygulamaydı. Fakat, bu çok kısa süreler için ve doğumun erken evrelerinde yapılmaktaydı. Daha sonraları 1970'lerde Rusya ve Fransa'da başlayan suda doğumun gerçekleşmesi akımı 1980 ve 1990'larda İngiltere, Kanada ve diğer Avrupa ülkelerinde yaygınlaştı. 1983 yılında ünlü İngiliz tıp dergisi Lancet'de yayınlanan bir makale, konunun İngiltere ve kıta Avrupa'sında birden popüler olmasına yol açtı. İngiltere'de kadın hastalıkları ve doğum biliminin en üst kuruluşu olan Royal College of Obstetricians and Gynecologists (RCOG) 1990, 1994 ve en son olarak 2001 yıllarında bu konuyla ilgili görüşlerini tıp dünyasına açıkladı.
* Suda doğumun faydaları neler?
Asıl fayda, doğum sırasında annenin daha rahat ve ağrısız doğum sürecini yaşamasına yardımcı olmaktır. Suyun sıcaklığı ve kaldırma gücü nedeniyle rahme giden kan akımı artar, rahmin kasılmaları etkinleşir, artan oksijen nedeniyle ağrılar azalabilir. Su vajenin ağzını, yani bebeğin çıkış noktasını daha gevşek hale getirebilir. Bu da o bölgenin doğumda yırtılması olasılığını azaltabilir. Bebek için ise, bilimsel verilerden çok suda doğumu gerçekleştiren tıbbi personelin ve annelerin gözlemleri söz konusudur. Bu kişiler bebeğin kesenin içindeki sıvı bir ortamdan yine sıvı bir ortama doğarak daha yumuşak ve stressiz bir geçiş yaptığını ve bu bebeklerin daha az ağlayan, daha sakin bebekler olduğunu savunuyor.
BEBEKLER KARŞILAŞTIRILDI
* Suda doğum ne kadar güvenlidir?
Bu konuda yapılmış olan en kapsamlı ve güvenilir çalışma 1999 yılında British Medical Journal adlı İngiliz tıp dergisinde yayınlandı. R. Gilbert ve P. Tookey'in yaptığı bu çalışma, 1994-96 yılları arasında İngiltere ve Galler'de gerçekleşmiş olan 4029 suda doğumu kapsamaktaydı. Bu çalışmaya göre, o yıllarda yapılan her bin doğumdan altısı suda doğum olarak gerçekleşmişti. Araştırmacılar suda doğan bu bebeklerin ölüm ve yeni doğan yoğun bakım ünitelerine yatırılış oranlarını, normal olarak karada doğan bebeklerin oranlarıyla karşılaştırdılar. Çıkan sonuca göre suda doğan bebeklerde görülen ölüm oranıyla karada doğan bebeklerin oranları arasında bir fark yoktu. (Her ikisi de binde 1,2-1,4 civarındaydı). Yenidoğan yoğun bakım ünitelerine yatırılma riski açısından da her iki grubun oranları aynı bulundu. Suda doğum adaylarının gebelikleri boyunca bir sorunlarının olmaması gerekir.
* Kimler suda doğuramaz?
Herpes gibi genital bölgede enfeksiyonu olanlar, bebeğin başının değil poposunun rahim ağzına yakın olduğu gebelikler, çoğul gebelikler, erken doğumlar, pre-eklampsi (gebelik zehirlenmesi) veya diyabet (şeker) gibi hastalıkları olanlar, bebeğinde gelişme geriliği saptananlar, doğum sırasında bebeğin kalp atışlarında bir oksijen azlığı şüphesi doğanlar, doğumda yoğun mekonyum (bebeğin dışkısı) görüldüğü durumlarda önerilmemektedir. SU HİJYENİK OLMALI
* Suyun sıcaklığı nasıl ayarlanmalı?
Sıcak suyun kasları gevşettiği ve ruhsal rahatlama sağladığı bilinmektedir. Bunun sonucunda rahme giden kan akımı artar ve rahmin kasılmaları daha az ağrılı olabilir. Çünkü artan kan akımıyla birlikte, rahim kaslarına giden oksijen oranı da artar. Bu, aynı zamanda rahim kasının daha iyi kasılmasına ve bu sayede doğum sürecinin daha kısa olmasına yol açabilir. Vücut ısısı olan 37 derece, suyun da ısısı olmak bakımından ideal bir derecedir. Suyun sıcaklığı doğum sırasında devamlı ölçülmeli ve hep 37 derecede kalması sağlanmalıdır.
* Doğum havuzunun temizliğinin önemi nedir?
Doğum eylemi sırasında havuz suyu; amniotik sıvı (bebeğin kesesindeki sıvı), kan, idrar ve benzeri maddelerle kirlenir. Bu, hem bebeğin hem de annenin doğum sonrası enfeksiyon riskini artırabilir. Bu nedenle, havuzun suyu belli aralıklarla değiştirilmeli, havuzdaki yabancı maddeler süzgeç araçlarla çıkartılmalı ve havuz suyu enfeksiyonlara karşı korunmalıdır.
* Bebek suyun altında nefes alır mı?
Normal koşullarda bebek suyun altında nefes almaz. Suyun sıcaklığı ve bebeğin başının suyun içinde olması nefes alma refleksini engeller. Soğuk ise, nefes alma refleksini körükler. Bebeğin başı sıcak suyun içinden çıkartılıp daha soğuk olan havayla temas ettiğinde nefes alma refleksi harekete geçer ve bebek nefes almaya başlar. Bebeğin suyun içinde olduğu birkaç saniye içinde bebek oksijeni tüm gebelik boyunca olduğu gibi, kordondaki anne kanı aracılığı ile alır. Bebeğin suyun altında nefes almaya çalışması ve bu nedenle ciğerlerine su kaçması, doğumda doğum kanalından geçerken oksijenlenmesini azaltıcı bir stres yaşadığı durumlarda olabilir. Bunun için bebek doğum sırasında bebek kalp monitörü ile düzenli olarak izlenmelidir
Hamilelikde 9.Ay

Annedeki değişiklikler:
- Karnınızın altında basınç artışı ve bebeğin aşağıya doğru inişini hissedebilirsiniz. Bu duruma angajman denir. Nefes alma ve yemek yemek konusunda biraz daha rahatlasanız da, sık idrara gitme ve yürüyüş yapmak giderek zorlaşır.
- Kendinizi çok iri ve rahatsız hissedebilirsiniz, üzülmeyin, kitap okumak, sinemaya gitmek gibi keyifli vakit geçirebilirsiniz.
- Braxton Hicks kasılmaları sıklaşır. 1 saat içinde 4 veya daha fazla kasılma olursa doktorunuza haber verin.
- Sakarlıklarınız olabilir.
- İştahınız azalabilir veya artabilir.
- Kabızlık şikayetiniz artabilir.
- Kalçanızda ve leğen kemiğinde rahatsızlık ve ağrı hissedebilirsiniz.
- Elleriniz ve ayaklarınız, bazen el ve yüzünüz şişebilir.
- Oturduğunuz yerden kalkmakta zorlanabilirsiniz. Düz arkalıklı veya kollu sandalyelere oturmayı tercih edin, kalkarken destek te alabilirsiniz.
- Bacaklarınızda varisler, basur artmış olabilir.
- Midede yanma , hazımsızlık şikayetleriniz olabilir.
- Dişeti kanamaları olabilir.
- Uyumakta zorlanabilirsiniz.
- Kendinizi zaman zaman yorgun zaman zaman da enerjik hissedebilirsiniz.
Bebeğinizdeki değişiklikler :
- Bebeğinizin gelişimi tamamlanmak üzeredir. Organları olgunlaşmaktadır.
- Kafa kemikleri doğumun kolaylaştırmak için yumuşak ve esnektir. Çoğunlukla bebek rahim boynuna doğru ters durmaktadır.
- Hareket edecek yer kalmadığından daha sessizdir.
- Uyku ve uyanıklık dönemleri vardır.
- Boyu yaklaşık 45-50cm civarında, ağırlığı 2700- 3500 g civarındadır.
- Giderek daha tombullaşmakta, derisi pembe renktedir.
- Göz rengi koyu gridir, doğumdan birkaç ay sonrasına kadar değişebilir.
- Tırnakları tamamlanmıştır, uzayabilir.
Muayene ve laboratuar tetkikleri :
- Kan basıncınız vekilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkikiniz yapılmalı.
- El, ayak, bacaklar muayene edilmeli.
- Fundus yüksekliğine bakılmalı.
- Fetus kalp atışları muayene edilmeli
- Karın muayenesi ile bebeğin pozisyon, geliş şekli ve ölçülerine bakılmalı.
- Braxton Hicks kasılmalarının sıklığı ve süresine bakılmalı.
- Rahim ağzında genişleme ve silinme için pelvik muayene yapılmalı.
Hamilelikde 8.Ay

Annedeki değişiklikler:
- Rahim kaslarının ve bağlarının sürekli basıncı nedeniyle göğsünüzün aşağı kısmında ağrı hissedebilirsiniz. Bebek hareketleri güçlü ve düzenlidir, ancak rahim içindeki alan daraldığı için hareketleri azalmıştır.
- Bebeğin ölçüleri özellikle sırtınızın alt kısmına ve mide bölgesine doğru genişleyerek büyür. Kasıklarınızda ve leğen bölgesinde karıncalanma, uyuşma hissedebilirsiniz.
- Yalancı doğum sancıları da denen Braxton Hicks kasılmaları artabilir.
- Rahat uyuma pozisyonu bulmakta zorlanabilirsiniz, nefes darlığı olabilir. Yan tarafınıza uzanıp bacağınızı diğerinin üzerine atarak daha rahat uyumanıza yardımcı olabilir. Bu pozisyonda, bacaklarınızın arasına yastık koymayı deneyebilirsiniz, bu şekilde uyuma ayaklarınızdaki şişliği azaltıp dolaşımı arttıracağından rahat etmenize yardımcı olabilir.
- Bebeğin başı aşağıya doğru ilerledikçe, daha sık idrar ihtiyacınız olacaktır. Gülerken, öksürürken idrar kaçırabilirsiniz.
- Basur ve mide ekşimeleriniz, hazımsızlık, şişkinlik şikayetleriniz olabilir.
- Göbek çukurunuz düzleşebilir, dışarı çıkabilir ancak endişelenmeyin, doğumdan sonra düzelir.
- Kendinizi ağır ve hantal hissedebilir, çabuk yorulmaya başlayabilirsiniz, sık sık dinlenmeye çalışın.
- Dişeti kanamalarınız, burun tıkanıklığı olabilir.
- Beyazımsı vajinal akıntınızın kıvamı koyulaşabilir.
- Elleriniz, ayaklarınız, bilekleriniz ve yüzünüzde şişlik olabilir. Bolca su içmelisiniz.
- Bacaklarınızda varisler olabilir.
- Göğüslerinizden daha bol miktarda colostrum gelebilir.
- Sakarlaşmış, dalgınlaşmış olabilirsiniz.
- Kilonuz 1.5-2 kilo kadar artabilir, bebeğinizin besin gereksinimleri doruktadır ve doğum öncesi son büyüme atağı göstermektedir.
- Bebeğin sağlığı ve doğumla ilgili kaygılarınız olabilir, artabilir, heyecanlanabilirsiniz.
Bebeğinizdeki değişiklikler:
- Bebeğiniz büyür ve tekmelerini daha güçlü hissedersiniz.
- Dışarıdaki sesleri duyar, gözleri açıktır., karanlık ve aydınlığı ayırt edebilir.
- Bebeğiniz hızla büyür, tekmelerini giderek daha güçlü hissedersiniz.
- Kemikleri sertleşmeye devam eder.
- Amniyon sıvısının en fazla olduğu dönemdir.
- Cilt rengi kırmızıdan pembeye dönmeye başlar, deri altında yağ tabakası oluşmaya başlamıştır.
- Bağışıklık sistemi gelişmeye , kendi antikorlarını üretmeye başlamıştır.
- Bebeğiniz bu dönemde doğarsa, yeterince gelişmiş olup hayatını sürdürebilir.
- Bebeğinizin boyu 40-45 cm civarında, ağırlığı 2000-2500 g civarındadır.
Muayene ve laboratuar tetkikleri :
- Kan basıncı ve kilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkiki yapılmalı.
- El ve ayakların, bacakların muayenesi yapılmalı.
- Fundus yüksekliğine bakılmalı.- Fetus kalp atışları muayene edilmeli.
- Karın muayenesi ile bebeğin pozisyon ve ölçülerine bakılmalı.
- Kan grubu Rh negatif ise, Rh titrasyonu için kan testleri yapılmalı.
Kan Uyuşmazlığı ;
"Kan uyuşmazlığı" genel kanının aksine, karı koca arasında değil, gebelik döneminde anne ile karnındaki bebeği arasında söz konusu olabilen normal dışı bir durumdur. Hangi kan grupları arasında ve nasıl bir uyuşmazlık olduğunu anlatmadan önce kan gruplarını tanımlamak gerekir. Kanımızda oksijen taşımakla görevli kırmızı kan hücrelerinde bulunan proteinler esas alındığında klasik olarak dört ana kan grubu tanımlanır: "A", "B", "AB" ve "O" grubu .. Bir de "Rh" söz konusudur. Birey, "D" proteinine sahipse Rh pozitif (+), değilse Rh negatif (-) olarak ifade edilir. Rh (-) kişilerin vücudunda D proteini hiç yoktur ve bağışıklık sistemi için tamamen yabancı bir maddedir.Normal koşullarda hamilelik döneminde anne ve bebeğin kanları birbirine karışmadan plasenta (eş) aracılığıyla oksijen, karbondioksit ve besi öğelerinin karşılıklı alışverişi gerçekleştirilir. Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise ilk gebelikte herhangi bir sorun olmaz. Bebek doğarken zedelenen damarlardan bir miktar bebek kanı, Rh (-) annenin kanına karışabilir. Böylece annenin bağışıklık sistemi tamamen yabancısı olduğu bir proteinle, "D" proteini ile tanışır ve ona karşı tepki geliştirir. O maddeyi tanımadığı için yok etmek ister. Beyaz kan hücrelerinin D proteinini yok etmek üzere ürettiği -o maddeye özgü- sıvısal maddeleri (antikorlar) kullanarak hedefine ulaşır. Annenin kanında bir tane bile bebek kan hücresi kalmaz, tümü yok edilir. Bu savaş sona erdiğinde geriye "anti-D antikorları" adı verilen sıvısal maddeler ve bunları gereksinim duyulduğunda her an yeniden üretebilecek akıllı beyaz kan hücreleri kalır. İkinci gebelikte çocuk eğer yine Rh (+) kana sahipse annenin kanında hazır bulunan bu sıvısal maddeler (antikorlar) kolayca plasenta (eş) engelini aşarak anne karnındaki bebeğin kanına karışırlar. Bebek kırmızı kan hücreleri yok edilmeye başlanır. Çocuğun kemik iliği, karaciğer ve dalağı yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yenilerini üretir ve eksilen kanı yerine koyar. Bu aşırı kırmızı kan hücresi yıkımı ve yapımı sürecinde "bilirubin" adı verilen ve fazlası zararlı olan bir madde açığa çıkar, bebekten anneye geçer, annenin karaciğeri tarafından yok edilir. Bebeğin karaciğeri henüz bu maddenin tümünü zehirsizleştirebilecek kadar gelişmemiştir. Eğer üretilen kırmızı kan hücresi miktarı yok edilenden az olursa sonuçta bebek ağır bir kansızlığa maruz kalır, hatta ölebilir. Eğer arada bir denge varsa bebek bir ölçüde kansızlıkla doğar veya sağlıklı olarak dünyaya gelir. Sorun asıl o zaman belirginleşir. Çünkü kan hücreleri hala parçalanmakta, yenileri yapılırken gereken maddeler anneden temin edilememekte, çocuk kendi depolarını kullanmaktadır. Üstelik açığa çıkan sarı boyar madde niteliğindeki "bilirubin" bebeğin karaciğeri tarafından yeterince vücuttan uzaklaştırılamamaktadır. Kanda belli bir düzeyi aşan "bilirubin" göz aklarına, cilde ve sonunda asıl zararını gösterdiği beyin ve sinir sistemine yerleşerek yaşamı tehdit etmektedir. Yenidoğan sarılığının ağır şekillerinde, tedavi edilmeyen çocuklarda adalelerin sertleşmesi, zeka geriliği gibi kimi geri dönüşümsüz sinir sistemi bozuklukları meydana gelmektedir.Yenidoğan sarılığı olan bebeklerde sarı boyar madde "bilirubin"i vücuttan daha kolay uzaklaştırmak için belli bir dalga boyundaki ultra viyole (kızıl berisi) ışınları kullanılmaktadır. Bebeklerin uygun sıcaklık ortamı sağlayan küvöz ya da yataklarda ultra viyole ışığıyla tedavisine "fototerapi" denir. Yeterli olmadığında bebeğim göbek kordonundan takılan bir sistemle, uygun bir Rh (-) kanla "kan değişimi" işlemi gerçekleştirilerek yaşamsal tehlike atlatılır. Geç kalınan durumlarda araz kalması olasıdır. Körlük, şaşılık, sağırlık, felç gibi ..Mademki kan uyuşmazlığı ve sonuçları bu kadar ağır olabiliyor, o halde Rh (-) anneler için koruyucu bazı önlemler alınması gereklidir. Bir anne adayı eğer Rh (-) kana sahipse, ilk doğum, kürtaj ya da düşüğünden hemen sonra, bebeğinden kendisine o anda geçmiş olabilecek Rh (+) bebek kan hücrelerine karşı annenin bağışıklık sisteminde tepki oluşmadan önce girişimde bulunulmalıdır. Bunun için özel olarak hazırlanmış bir serum vardır: "Anti-D İmmun Globulin". Bu madde doğumdan (ya da düşük veya kürtajdan) hemen sonra anneye kaba etten iğne şeklinde yapılmalıdır. "Anti-D İmmun Globulin" kana karışır, bebekten geçmiş olan Rh (+) kan hücrelerini derhal yok eder. Annenin bağışıklık sistemi ne olduğu anlamadan işlem tamalanır. Bir süre sonra "Anti-D İmmun Globulin" doğal ömrünü tamamlar ve kanda yok olur. Oysa anne kendisi "antikor" geliştirmiş olsaydı bu sıvısal madde uzun süre kanda kalacak, gerekirse onu yeniden üretebilme yeteneği olan beyaz kan hücreleri tarafından eksikliği tamamlanacaktı. Pasif olarak verilmiş olan "Anti-D" için eksikliğin tamamlanması diye bir konu söz konusu değildir. Zamanla yok olan "Anti-D İmmun Globulin" bu sayede annenin sonraki hamileliklerinde çocuk için bir sorun oluşturamaz. Yalnız unutulmaması gereken bir konu bu immun globulinin herbir gebeliğin son bulumunda yeniden uygulanmasının gerekliliğidir. Kan uyuşmazlığı genel olarak ilk bebekte sorun oluşturmaz. Sonraki Rh (-) çocuk için zaten bir problem yoktur.Rh uygunsuzluğu kadar ağır seyretmese de "kan grupları" arasında da uygunsuzluk söz konusu olabilir. Genellikle annenin "O" bebğin "A", "B" veya "AB" olduğu durumlarda meydana gelir. Farklı mekanizmalarla ama aynı aynı prensiplere dayanan süreçler yaşanır. Fakat daha seyrek olarak yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşır.Sonuç olarak Rh (-) olan annelerin Rh (+) doğabilecek çocukları için önceden hazırlıklı olunmalıdır. Eğer anne ve baba her ikisi de Rh (-) iseler genetik kurallarına göre Rh (+) bebekleri olamaz. Eğer anne Rh (-), bab Rh (+) ise çocuk Rh (-) de olabilir, Rh (+) de. Bu genel bilgi de göz önünde bulundurulmalı, doğum sonrası bebek kan grubu tayin edilmelidir. Anne Rh (-), bebek de Rh (-) ise uygunsuzluk yoktur, anneye anti-D immun globulin yapmak gerekmez. Annenin Rh (+) olduğu durumlarda çocuğun Rh'ı ne olursa olsun Rh uygunsuzluğu olmaz. Eğer anne ve baba her ikisi de "O" grubu kana sahiplerse çocukları mutlaka "O" grubu olur. Bu durumda anne ve bebek arasında grup uygunsuzluğu olamayacağı açıktır. Anne "O", baba "A" ise çocuk "O" veya "A"; anne "O", baba "B" ise çocuk "O" veya "B"; anne "O" baba "AB" ise çocuk "A" veya "B" olur ama "O" veya "AB" olamaz. Annenin "A" ya da "B" olduğu, çocuğun "B" ya da "A" olduğu durumlarda uyuşmazlık nadirdir, hafif seyreder. Ayrıca bazı alt kan grubu uygunsuzluklarında, hatta hiçbir uygunsuzluğun olmadığı kimi sıra dışı durumlarda kan uyuşmazlığıyla benzer klinik tablolar görülebilir, yenidoğan sarılığı meydana gelebilir.Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için gebelikte sağlıklı ve düzenli izlem ön koşuldur. Anne baba adayları, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı arasında işbirliği bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Uygun bir gebelik yönetimi ve doğuma uzman gözetiminde hazırlık, kan uyuşmazlığı gibi yaşamsal bir sorunun bile kolaylıkla halledilmesini sağlayacaktır.
Hamilelikde 7.Ay

Anneki değişiklikler:
- Kilonuz hızla artar, çünkü bebeğin en fazla büyüme periyodu başlıyor.
- Bedeninizdeki değişimler hızlanmıştır, rahim göğüs kafesine yaklaşmıştır, bu nedenle zaman zaman nefes darlığınız olabilir.
- Bebek hareketleri belirginleşmiştir,dışarıdan görülebilir.
- Bacak krampları, sırt ağrısı, varis, basur gibi rahatsızlıklar olabilir. Dik durmanız, bacaklarınızı dinlendirmeniz ve yüzme yararlıdır.
- Mide yanması, hazımsızlık, şişkinlik olabilir.
- Kabızlık devam edebilir.
- Ayaklarda, ayak bileklerinde, topuklarda bazen el ve yüzde şişme olabilir.
- Zaman zaman başağrıları, başdönmesi, halsizlik olabilir.
- Beyaz vajinal akıntı giderek koyulaşır.
- İdrara gitme hissi yaşayabilirsiniz
- Büyümüş göğüsleriniz çatlayabilir, colostrum denen sıvı akmaya devam edebilir, sutyen içine küçük yastıkçıklar koyabilirsiniz.
- Bebeğinizin karnınızda yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başladığını hissedebilirsiniz, bu duruma angajman denir.
- Daha hassas olabilirsiniz, duygusal durumunuz değişiklik gösterebilir. Doğum, annelik hakkında tasalanabilirsiniz, bu durum sık görülür ve hamileliğin bitmesini istemeniz normaldir. Mizaç değişiklikleri, neşelenme, kederlenme görülebilir. Yakın arkadaşlarınız ve baba adayı ile rüyalarınızı, endişelerinizi paylaşabilirsiniz, size çok yardımcı olacak, daha çok yakınlaşmanızı sağlayacaktır.
- Uyku düzensizliğiniz olabilir.
Bebeğinizdeki değişiklikler:
- Bebeğinizin hareketlerini daha sık ve şiddetli hissedeceksiniz, eşiniz elini karnınıza koyunca hissedebilir.
- Cildi kırmızı ve kırışıktır.
- Beyin ve sinir sistemi hızla gelişir, kalp atışı karnınıza kulak dayayınca duyulabilir.
- Uyuma ve uyanma zamanları farkedilir.
- Bebeğiniz başparmağını emebilir.
- Erkeklerin testisleri skrotuma doğru aşağıya hareket eder. Bazen doğum sonrasında da testisleri inmemiş olabilir, üzülmeyin genellikle 1. yaştan önce testisler skrotuma iner.
- Kan üretimini dalağın yerine kemik iliği yapmaya başlar.
- Akciğer gaz değişimini sağlayacak yeterliliktedir.
- Bebek doğarsa prematür olarak yoğun bakımda yaşayabilir.
- Bebeğinizin boyu yaklaşık 35 cm civarında, ağırlığı yaklaşık 1300-1500 g civarındadır.
Muayene ve laboratuar tetkikleri:
- Kan basıncı ve kilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkiki yapılmalı.
- El ve ayaklar şişme açısından, bacaklar varis açısından muayene edilmeli.
- Fundus yüksekliğine bakılmalı.
- Fetus kalp atışı muayene edilmeli.
- Karın muayenesi ile bebeğin pozisyon ve ölçülerine bakılmalı
Hamilelikde 6.Ay

Annedeki değişiklikler:
- Kilonuz artık düzenli olarak artmaktadır. 5-7 kg kadar kilo alabilirsiniz, bu tüm hamilelik boyunca alınan kilonun 50-60’ı kadardır. Aşermeler artabilir, ancak abur cubur yemekten uzak durmaya çalışın. İştahınız iyi ve bulantılarınız nadiren olabilir. Buna rağmen ağır, yağlı, acılı yiyecekleri takiben mide ekşimeleriniz olabilir.
- Dişlerinizi fırçalarken dişetleriniz kanayabilir, bu hamilelikte sık karşılaşılan bir durumdur. Hamilelik hormonları dişetlerinin şişmesine ve iltihaplanmasına yol açarak kolayca kanamasına neden olur. Dişlerinizi düzenli ve yumuşak hareketlerle, yumuşak diş fırçasıyla fırçalayın ve iple temizleyin. Dişetleriniz acısada, hamilelikte çürükleri önlemek için koruyucu işlemlerin yapılması çok önemlidir.
- Karnınızda, kalçalarınızda ve göğüslerinizde gerilme işaretleri, soluk kırmızı çizgiler oluşabilir, gebelik çatlakları, stria adı verilir veya koyu lekeler görülmeye başlayabilir. Bunları gidermede kremlerin pek yararı olmaz ancak yinede yumuşatıcı kremler sürebilirsiniz. Ama göğüslerdeki çatlakları destekleyici sutyen kullanmak önleyebilir. Hamileliğin bu döneminde bu çatlakların görülmesi tipiktir, doğumdan sonra solarak gümüş beyaz renge dönüşür, tamamen kaybolmayabilir. Gerilmeye bağlı karında kaşıntı olabilir.
- Gözlerinizde ışığa karşı duyarlılık oluşabilir. Hamilelikte görülebilen bir belirtidir. Sizi çok rahatsız ediyorsa, doktorunuza danışın.
- Rahminiz daha yukarı çıktığı için idrar torbası üzerindeki baskısı azaldığından idrar yapma sıklığı azalır.
- Braxton Hicks kasılmaları denen kasılmalar, rahim kaslarınızda gerilme ve gevşemeleri sizi doğuma hazırlar. Eğer saatte 4 veya daha fazla kasılmanız olursa doktorunuza bildirin.
- Bebeğin tekmelerini karnınızın yukarı veya aşağısında hissedebilirsiniz. Aniden kasığınızda karnınızın yan tarafına ilerleyen keskin ağrılar hissedebilirsiniz. Rahimi destekleyen bağ ve yapıların krampı nedeniyle bu ağrılar olabilir. Ani hareket ve dönmelerden kaçınmalısınız.- Karın veya yüzde ciltte renk değişikliği olabilir.
- Ayak bileklerinde, ayaklarda,el ve yüzde şişme olabilir.
- Sırt ve bel ağrıları olabilir.
- Sıcağa karşı daha duyarlı olabilir, daha çok terleyebilirsiniz, bol su içmelisiniz.
- Cinsel isteğiniz her hafta değişebilir, azalabilir, artabilir.
- Dalgın olabilir, ağırlık nedeniyle sıkılmış olabilirsiniz.
- Bebeğinizin büyümesini içinizde daha fazla hissedersiniz. Hamileliğiniz sırasında ortaya çıkan problemleri ve bebeğinizin sağlığına etkilerini düşünebilirsiniz. Çoğu hamile kadın bu nedenle endişelenebilir.
Bebeğinizdeki değişiklikler:
- Bebeğiniz artık minyatür bir bebek görünümündedir, dudakları daha belirgindir, gözleri gelişmiştir. Gözlerini açıp kapayabilir, kaşlarını çatabilir, yan bakabilir ve sesleri duyabilir.- Karnınıza ışık kaynağı yöneltilirse, bebeğiniz başını çevirir.
- Bebeğiniz bazı solunum hareketlerini yapmaya başlar, ama akciğerlerinde henüz hava yoktur.- El ve ayak parmak izleri şekillenmeye başlamıştır.Öksürebilir, hıçkırabilir, hareketlerini hissedebilirsiniz. Bebeğiniz karın muayenesinde hissedilebilecek kadar büyümüştür.
- Cildi hala kırmızı ve kırışıktır.
- Amniyon sıvısı yaklaşık 4 saatte kendini yeniler, bebeğin ısını düzenler ve darbelerden korur.
- Bebeğinizin ölçüleri, boyu 28-35 cm civarında, ağırlığı 700-900 g civarındadır
Muayene ve laboratuar tetkikleri:
- Kan basıncı ve kilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkikiniz yapılmalı.
- Şişlik nedeniyle el ve ayaklar, varis açısından bacak muayenesi yapılmalı.
- Fundusun yüksekliğine bakılmalı.
- Fetus kalp atışları muayene edilmeli.
- Karın muayenesi ile bebeğin pozisyon ve ölçülerine bakılmalı.
Hamilelikde 5.Ay

Annedeki değişiklikler:
- Ağırlığınız artacak, kilonuza dikkat etmelisiniz Bebeğin en hızlı büyüdüğü, iştahınızın arttığı bir dönemdesiniz.
- Göğüsleriniz daha fazla büyümeye, yumuşamaya, toplardamarlar görülmeye başlar. Colostrum denen sıvı, ilk süt kıvamlı sıvı gelebilir. Göğüs ucundaki koyu renk alan areolanın, genişlemeye başladığını farkedebilirsiniz, bazen göğsün yarısını kaplayacak kadarda büyüyebilir. Bu hamileliğin zararsız bir yan etkisidir ve bebeğin doğumundan hemen sonra 12 aya kadar büyük kalabilir.
- Rahim karın içinde iyice büyümüştür, üst sınırı göbek deliğine ulaşmıştır. Karnın alt kısmında bazı ağrılar hissedebilirsiniz, telaşa kapılmanıza gerek yoktur, büyüyen rahminizi destekleyen kaslar ve bağlar gerilmektedir.
- Saçlarınız daha ince ve yağlı olabilir. Cildinizdeki olumlu değişiklikler nedeniyle de kendinizi daha güzelleşmiş ve iyi hissedeceksiniz.
- Bebeğin büyümesi ile genişleyen rahminiz kalın barsaklara baskı yapar ve barsak alışkanlığınız düzensizleşir, kabızlık artabilir.
- Hamilelik sırasında sıklıkla bacaklarınızdaki kan damarları görünür hale gelir, varisler oluşabilir, yaygınlaşabilir. Bunu an aza indirmek veya önlemek için, uzun süre ayakta durmak veya oturmaktan kaçının, bacaklarınızı uzatın, sık sık hareket edin, dolaşın ve doktorunuz önerirse varis çorabı giyin.
- Nefesiniz kesilmeye başladı mı? Biraz nefes darlığı normaldir, büyüyen rahim akciğerleri ittikçe bu şikayetiniz biraz daha artabilir.
- Daha fazla ağırlık taşıdığınız için, rahimin büyümesiyle ağırlık merkeziniz değişmiştir, parmaklarınız ve eklemleriniz hamilelik hormonları nedeniyle gevşemektedir, dikkatli olmalısınız. Hala bırakmadıysanız yüksek topuklara elveda demelisiniz, dengenizi zorlaştırdığı gibi bel ve sırt ağrılarına neden olur.
- Sırt ağrılarınız olabilir.
- Midede yanma, hazımsızlık, şişkinlik olabilir.
- Dişeti kanamaları olabilir.
- Ayak bileklerinde, ayaklarda, bazen el ve yüzde şişlikler olabilir.
- Artık hamilelik gerçeğini kabullenmişsinizdir ve duygusal gel-gitlerde azalma olur, unutkanlıklarınız devam edebilir.
Bebeğinizdeki değişiklikler:
- Bebeğiniz aktif duruma gelmiştir, çok tekme atar, döner.
- Bu dönem duyusal gelişim için çok önemlidir. Beyinde koku, tat, görme ve dokunma için özelleşmiş alanlar gelişir.
- Bebeğinizin cinsiyeti belirlenmiştir, isterseniz öğrenebilirsiniz.
- Saçları vardır ve onu saran amniyotik sıvı içinde cildini koruyan vernix denen yağlı, beyaz bir madde gelişmeye başlar. Bazı bebekler doğduğunda da üzerinde hala beyazımsı bir örtü bulunur.
- Düzenli aralıklarla uyur ve uyanır.
- Göz kapakları tamamen gelişmiştir, hala kapalıdır.
- El parmak tırnakları büyümeye başlar.
- Doktorunuz kalp atışlarını duyabilecektir.
- Organları büyümeye ve gelişmeye başlar.
- Diş kökleri gelişmeye başlar.
- Bebeğinize şarkı söyler, kitap okur veya onunla konuşursanız belki sizi duyabilir. Bazı çalışmalar, bebeklerin rahim içindeyken okunan kitabı duyunca beslenme sırasında daha hızlı emdiklerini göstermiştir.
- Bebeğinizin boyutları geçen ayların iki katına çıkmıştır. Boyu yaklaşık 20 cm, ağırlığı 500 g civarındadır.
Muayene ve laboratuar tetkikleri:
- Kan basıncı ve kilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkikiniz yapılmalı.
- Şişme açısından el ve ayaklar, varisler için bacaklar muayene edilmeli.
- Fundus yüksekliğine bakılmalı.
- Fetus kalp atışları muayene edilmeli.
- Karın muayenesi ile bebeğin pozisyon ve ölçülerine bakılmalı.
Hamilelikde 4.Ay

Annedeki Değişiklikler:
Gebeliğin erken belirtileri olan sabah bulantıları, yorgunluk şikayetleriniz ve düşük riski 2.trimestrde genellikle azalır. Aynı zamanda ilk kez bebeğin hareketlerini hissetmeye başlarsınız. Rahimdeki bu ilk kıpırtıları önce mide gurultusu sanabilirsiniz, kelebek kıpırtısına benzetenler de vardır, bunun gerçekte bebeğin hareketleri olduğunu anladığınızda kaydedin ve kontrolde doktorunuza söyleyin, ama önce babayla paylaşın.
- Dışardan hamile gibi görünmeye başlayabilirsiniz.
- Plasenta şekillenmiştir ve hamileliğinizin sağlığı için hormon üretmeye devam eder, salgılanan hormonlar ilerde daha kolay doğum için kaslarınızı ve eklemlerinizi yumuşatır.
- Kabızlık şikayetiniz artabilir.
- Daha fazla terleyebilirsiniz.
- Rahminiz büyümektedir ve karı içindeki bağların gerilmesine bağlı olarak ani kısa süreli sancılar hissedebilirsiniz.
- Yorgunluğunuz azalabilir.
- Hamileliğinizden hoşlanmaya başlıyorsunuz.
- Daha sık acıkabilir, belli yiyeceklere özellikle istek duyabilirsiniz.
- İdrara gitme sıklığı azalır, idrar yolları enfeksiyonu riski artabilir. Her gün en az 8 bardak su içmelisiniz.
- Dişeti kanamaları olabilir.
- Özellikle oturur yada yatarken aniden ayağa kalkmak gibi durumlarda bazen baygınlık hissi yada başdönmesi olabilir.
- Beyaz vajina akıntısı olabilir.
- Ayak bileklerinde ve ayaklarda hafif şişme olabilir. Bazen ellerde ve yüzde de şişme olabilir.
- Bacaklarda varisli damarlar ve basur olabilir.
- Karnınızın üstünde koyu bir çizgi görülebilir, doğumdan sonra kaybolur.
- Çabuk öfkelenme, mizaç dalgalanmaları, kolay ağlama gibi duygusal değişiklikler, dalgınlık yaşayabilirsiniz.
- Zaman zaman başağrıları olabilir.
Bebeğinizdeki Değişiklikler:
Bebeğinizdeki Değişiklikler:
- Bebeğinizin saçı, kaşları, kirpikleri, el ve ayak parmak tırnakları, parmak izi şekillenir. Ses tellerine sahiptir, tad duyusu gelişmeye ve başparmağını emmeye başlar.
- Kulakları, kolları, elleri, parmakları, bacakları, ayak ve tırnakları tamamen şekillenmiştir.
- Işığa duyarlılık ve solunum öncüsü olarak hıçkırık başlamıştır.
- Bebeğin gözleri yanlara değil, artık öne bakmaya başlar.
- Kalp dakikada 120-160 civarında atar.
- Kan direkt göbek kordonundan bebeğe gider.
- Bebeğinizin böbrekleri çalışmaya başlamıştır, amniyotik sıvının dolaşımını yapar, bebek soluk alma ve verme hareketleriyle amniyon sıvısını içine çeker.
- Bebeğin tüm organları oluşmuştur.
- Bebeğinizi saran sıvı 1 bardak civarındadır.
- Bebeğinizin iskeletinin çoğunluğu hala lastiğe benzer kıkırdak yapısındadır ama sertleşerek kemikleşmeye başlar.
- Bebeğinizin gelişim hızı, boy ve kilosu hızla artmaya başlar.
- Bebeğiniz 12-14 cm boyunda, yaklaşık 250 g ağırlığında, bir avokado büyüklüğündedir.
Muayene ve laboratuar tetkikleri :
- Kan basıncı ve kilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkiki yapılmalı.
- Ciddi doğum defektleri açısından alfa feto protein (AFP) vs. düzeyi ölçülerek bebekle ilgili riskler araştırılmalıdır. Amniyosentez denen yöntemle bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan alınarak incelenir. Amniyosentez, 35 yaşın üstünde veya doğum defekti öyküsü varsa yapılmalıdır, buna doktorunuzun karar vermesi uygun olur.
- Varis oluşumu açısından bacakların muayenesi yapılmalı.
- Bebeğin kalp atışları muayene edilmeli.
- Fundusun yüksekliği ölçülmeli.
- Karın muayenesi ile rahminizin büyüklüğüne bakılmalı.
Üçlü test;
Üçlü test tüm anne adaylarına 16.-18. gebelik haftaları arasında önerilen bir kan testidir. Anne adayından alınan kanda üç ayrı hormon ölçümü yapılır. Hormon ölçüm sonuçları, anne adayının yaşı, kilosu, sigara kullanıp kullanmadığı gibi değişkenler ve gebelik haftasıyla birlikte özel bir bilgisayar programına girilerek işleme tabi tutulur. Bu işlem neticesinde anne adayının bebeğinde Trisomi 21 (Down sendromu), Trisomi 18 ve nöral tüp defekti (NTD) varolma olasılığı belirlenir. Hazırlanan üçlü test raporunda bu üç anormal durum için risk ayrı ayrı belirtilirAnne adayından uygun gebelik haftasında alınan kanda ölçülen hormonlar gebelik testi bahsinden de tanıdığınız hCG (human chorionic gonadotropin) hormonu, büyük kısmı bebeğin karaciğerinden salgılanarak anne adayının kanına geçen AFP (alfa fetoprotein) hormonu ve uE3 (konjuge olmayan estriol) adlı hormondur. Bu hormonların anne adayı kanındaki değerleri gebelik haftalarına göre önemli değişiklikler gösterir. Üçlü testin geliştirilmesi aşamasında gebelik haftası kesin olarak bilinen çok sayıda anne adayından alınan kanlarda bu üç hormonun ölçümleri yapılmış ve normal değerler alt ve üst sınır olarak belirlenmiştir. Bu normal değerler kolaylık ve birimlerde eşitleme sağlama açısından MoM (multiple of median-ortalamanın katları) olarak belirtilir. Ölçüm yapılan bu anne adaylarından daha sonra Down sendromlu, Trizomi 18'li ve NTD'li doğum yapanların hormon değerlerinde MoM değerinden sapma dereceleri hesaplanarak, ne kadar sapmanın riski ne derece artırdığı istatistiksel olarak belirlenmiş ve risk belirleme sistemi bir bilgisayar programı yardımıyla otomatize edilmiştir.Özet olarak; alınan kanda belirlenen MoM değerleri, yaş, kilo, gebelik haftası gibi değişkenlerle birlikte bilgisayar programına girilmekte ve bu program altyapısında bulunan verilerle karşılaştırma yaparak normalden sapmanın derecesine göre riski rakamsal olarak vermektedir.
Üçlü testte Down sendromu risk tahmini;
Down sendromu (Trizomi 21) risk tahmini anne adayının yaşı, kilosu ve üç hormon ölçümü kullanılarak yapılır. Down sendromunda AFP ve uE3 gebelik haftasına göre olması gerekenden düşük, HCG ise olması gerekenden yüksektir. Bilgisayar programı bu üç hormonun gebelik haftası ve kiloya göre normalden sapmalarını belirler ve yaşla birlikte anne adayında Down sendromlu bebek taşıyor olma riskini belirler.Burada da en önemli nokta testin yapıldığı anda gebelik haftasının doğru belirlenmiş ve bilgisayara doğru girilmiş olmasıdır.
Üçlü testin doğruluğu;
Üçlü testin verdiği rakamlar nispeten geçerli rakamlardır. Yukarıdaki özelliklere (yaş, kilo, hormon değerleri ve gebelik haftası) sahip 37000 anne adayının bebeklerinin doğumu hakkında bilgi sahibi olma imkanımız olsa, bunlardan birinin Down sendromlu bebek doğurduğunu görebiliriz. Benzer şekilde Down sendromlu bebek doğurma riski örneğin 1:230 olarak belirlenmiş aynı özelliklere sahip 230 anne adayından birisi Down sendromlu bebek doğuracaktır.Unutulmaması gereken en önemli nokta üçlü testin tanı koymadığı yanlızca tarama yaptığıdır. Tarama testlerinin amacı belli bir hastalık açısından riski yüksek olan kişileri belirlemek, yani bir hastalığın esas tanısını koyduracak testin kimlere uygulanmasının gerekli olduğunu belirlemektir. Dowwn sendromunun kesin tanısı amniosentez ile elde edilen fetal hücrelerin kromozomlarının incelenmesiyle konur. Amniosentezi her anne adayına uygulayamayacağımıza göre, kimlere uygulamamız gerektiğini bilmeliyiz. İşte üçlü test bunun ayrımını yapmada bize yardımcı olur.Üçlü testin doğruluğunu kısıtlayıcı en büyük faktör bebeğin gebelik haftasının yanlış değerlendirilmesi, kilonun hesaba katılmaması ve çoğul gebelik olgularının gözardı edilmesidir. Gebelik haftası belirlenirken anne adayının belirttiği son adet tarihi ultrasonla mutlaka teyid edilmelidir.Üçlü testte patoloji çıktığında ne olur?
Down sendromu riskinin yüksek çıkması:
Down sendromu riskinin yüksek çıkması:
Down sendromu riski 1:200 ve daha yüksek çıktığında (örneğin 1:180) genel olarak anne adayına amniosentez önerilir. Amniosentez anne adayının karnına batırılan ince bir iğne yardımıyla bebeğin amnios sıvısından belli bir miktar örnek alınması demektir. Bu örnek daha sonra özel bir ortamda bekletilerek içindeki bebeğe ait hücrelerin çoğalması beklenir. Çoğalma belli bir aşamaya geldikten sonra hücrelerin kromozom haritası çıkarılır. Bu kromozom haritasında Down sendromunun varlığı ya da yokluğu, diğer bazı kromozom anomalilerinin varlığı ya da yokluğu büyük bir hassasiyetle belirlenir. Üçlü test sonucuna göre amniosentez uygulanmasının tavsiye edildiği rakam doktorlararası farklılıklar gösterebilir. Bazı doktorlar 1:270 rakamından itibaren amniosentez önerirler. Amniosentez uygulanması gereken ya da uygulanmasının gerekmediği durumlar için ultrasonda bebekte Down sendromu düşündürecek bulguların gözlenmesi ya da gözlenmemesi de önemlidir.
NTD riskinin yüksek çıkması:
NTD riskinin yüksek çıkması:
NTD riski AFP değeri gebelik haftasına göre yüksek çıktığında yükselir. Bu durumda ilk yapılması gereken ayrıntılı ultrason ile AFP'de yükselmeye neden olabilecek NTD dışı durumların belirlenmesidir. Gebelik haftasının son adet tarihi ile uyumsuz olması, çoğul gebelik gibi etkenler AFP yüksekliğini açıklayabilir. Ya da NTD'nin ileri şekli olan ve yaşamla bağdaşmayan anensefali (bebeğin beyin dokusunun olmaması) saptanabilir. Bazı durumlarda gastroşizis ya da omfalosel gibi karın duvarı defektleri AFP yüksekliğinin nedeni olabilir. Bunlar yoksa yüksekliğin kaynağı olarak omurga kanalındaki açık defektler (spina bifida) ayrıntılı bir şekilde taranır. Açıklanamayan AFP yüksekliği durumunda bu sefer amniosentez ile alınan amnios sıvısında AFP değeri belirlenir. Bu değer de yüksekse ileri inceleme olarak amnios sıvısında asetilkolinesteraz aktivitesi artışı aranır. Ayrıntılı ultrasonda AFP yüksekliğine neden olabilecek patoloji %95 olasılıkla gözlenir.
Amniyosentez ;
Amniyosentez ;
Bebeklerin %2-4'ü çeşitli anomalilerle doğarlar. Bunların oluşumunda genetik kusurların rolü çok büyüktür. Genetik hastalıklar için kalıcı bir tedavi yöntemi henüz olmadığından bu hastalıkların erken tanısı ve anne ve baba adayının kararıyla bebek "kritik" sınıra ulaşmadan gebeliğin sonlandırılması çok önemlidir. Bu amaca yönelik kullanılan çok sayıda yöntem vardır ve anne adayında invaziv girişim gerektiren prenatal (doğum öncesi) tanı yöntemleri arasında en sık kullanılan yöntem amniosentezdir. Amniosentez en sık ileri anne yaşı olan anne adaylarının bebeklerinin kromozom anomalisi açısından değerlendirilmesinde ve üçlütestte risk saptandığı durumlarda kesin tanı amacıyla kullanılır.
Amniyosentez nedir?
Amniyosentez nedir?
Amniosentez (AS) anne adayının karın cildinden girilen bir iğneyle uterusa ve buradan da bebeğin içinde yüzdüğü amnios sıvısına ulaşılması ve buradan sıvı alınması işlemine verilen isimdir. AS ağır polihidramnios (bebeğin sıvısının normalden fazla olması) gibi durumlarda anne adayını rahatlatmak için tedavi amaçlı kullanılabileceği gibi, bebekte kromozom anomalisi araştırması, NTD (nöral tüp defekti) araştırması, ya da bebeğin akciğer olgunlaşmasının araştırılması gibi nedenlerle tanı amaçlı da kullanılabilir.
Hangi durumlarda uygulanır?
Günümüzde amniosentez en sık tanı amaçlı olarak uygulanmaktadır. Bu uygulamalarla sitogenetik tanı (kromozom anomalisi araştırması), bebeğe ait metabolik hastalıkların tanısı, bebekte nöral tüp defektlerinin tanısı (amnios sıvısında alfafetoprotein ve gerektiğinde asetilkolinesteraz ölçümü), kan grubu uyuşmazlığında bebeğin etkilenme derecesinin belirlenmesi (sıvıda delta OD450 adlı maddenin ölçülmesi), bebeğin akciğerlerinin olgunlaşıp olgunlaşmadığının belirlenmesi (amnios sıvısında L/S (Lesitin/Sfingomiyelin) oranının ya da PG (fosfatidilgliserol) miktarının belirlenmesi) ve daha bir çok durumun tanısı mümkündür. Genetik biliminin gelişmesiyle günümüzde bebekte yanlızca bariz kromozom anomalileri değil, tek gen kusurlarına bağlı hastalıklar da tanınabilmektedir ve tanınabilen tek gen hastalıklarının sayısı da giderek artmaktadır.
Amniosentez ne zaman uygulanır?
AS günümüzde en sık kromozom anomalisi ve diğer anomalilerin tanısının konmasında uygulanır ve bu nedenle aşağıda bu yöntem anlatılacaktır. Tedavi için yapılan uygulamaların teknik açıdan tek farkı gebeliğin herhangi bir döneminde uygulanabilmeleridir.Tanı amaçlı AS genellikle 16.-18. gebelik haftaları arasında uygulanır. Ancak son zamanlarda 15. gebelik haftasından önce de amniosentez uygulanmaya başlanmıştır (erken amniosentez). Tanı amaçlı AS'nin bu gebelik haftaları arasında uygulanmasının ve daha ileri gebelik haftalarında uygun olmamasının nedeni sonucun genetik laboratuarından genellikle 3-4 hafta gibi uzun bir süre içerisinde bildirilebilmesidir. Zira alınan sıvı içinde bulunan fetusa ait az sayıda hücrenin kültür yapılarak incelenebilecek sayıya ulaşması için bu zaman gereklidir. Bu durumda laboratuardan genetik hastalık tanısı geldiğinde gebelik de 3-4 hafta ilerlemiş olmaktadır. Belirtilen gebelik haftalarında uygulanan AS'de bu durum problem teşkil etmemekle beraber daha büyük haftalarda AS yapıldığında ve genetik anomali belirlendiğinde gebeliğin sonlandırılması hem tıbbi açıdan hem de kanuni açıdan çeşitli problemler yaratabilmektedir. Bu yüzden daha ileri gebelik haftalarında genetik tanı gerektiğinde 48 saatte sonuç veren kordosentez (KS) tercih edilir.Son zamanlarda doku ve hücre kültürü tekniklerinin gelişmesi bu süreyi 1-2 haftaya kadar indirmiştir. Ancak bu laboratuar donanımı henüz yaygın olmadığından AS için belirlenen sınırlar halen geçerlidir.
AS nasıl uygulanır?
AS nasıl uygulanır?
Anne adayına ayrıntılı bir ultrason yapıldıktan ve bebeğin uterus içindeki haritası çıkarıldıktan sonra karın cildi antiseptik maddeyle silinir. Ulltrason eşliğinde işleme uygun incelikte iğne (genellikle spinal anestezide kullanılan iğneler tercih edilir) karnın uygun bir yerinden girilerek uterusa ve buradan da amnios sıvısının bulunduğu uterus boşluğuna ulaşılır. Enjektör yardımıyla çekilen amnios sıvısının ilk 0.5 mililitrelik kısmı atılarak yeterli miktarda sıvı çekilir. Tekrar bir ultrason değerlendirmesi yapıldıktan sonra iğne yerinden çıkarılır ve işleme son verilir. Alınan amnios sıvısı materyali oda sıcaklığında laboratuara teslim edilir.Genetik amaçlı AS'de ortalama 20 mililitre sıvı alınır.(30ccye kadar) Bu miktar 16. gebelik haftasında olan bir bebeğin toplam amnios sıvısı miktarının %10'una tekabül eder. Bebeğin 3 saat içerisinde bu alınan sıvıyı tümüyle yerine koyduğu tahmin edilmektedir. Amnios sıvısı bebeğin cilt, solunum sistemi, sindirim sistemi, idrar boşaltım sisteminden dökülen hücrelerin olduğu bir sıvıdır. Bu hücreler kültür ortamında çoğaltılarak sitogenetik analiz (kromozom haritası), enzim ve DNA analizi için kullanılır. Sıvının kendisi ise AFP ve asetilkolinesteraz (ACE) gibi maddelerin ölçümü için kullanılır. ACE ölçümü özellikle amnios sıvısında AFP yüksek bulunduğunda yüksekliği doğrulamak için çok değerli bir yöntemdir.
AS'nin ne gibi riskleri vardır?
AS ilk geliştirildiği günlerde henüz ultrasonografi gibi hassas görüntüleme yöntemleri olmadığından "körlemesine" uygulanmakta ve çeşitli istenmeyen durumların oluşmasına neden olmaktaydı. Günümüzde bu durumlar azalmış olmakla beraber her invaziv (vücudun "bütünlüğünü" bozarak yapılan) işlemde olduğu gibi çeşitli riskler söz konusu olabilmektedir.İşlem yapılırken en sık oluşan istenmeyen durum iğnenin girmesiyle amnios zarının uterusa bağlı olduğu yerden ayrılması ve zarın iğnenin üstünde "çadırlaşarak" sıvının içine girmeye müsaade etmemesidir. Tecrübeli bir operatör bu durumla kolaylıkla başa çıkabilirken amnios zarının uterus duvarından geniş bir alanda ayrılması durumunda işlemi 1-2 hafta sonrasına ertelemek gerekebilir.Ultrasonun olmadığı dönemlerde "körlemesine" yapılan AS uygulamalarında enjektöre sıvı gelmemesi durumunda iğne yerinden çıkarılıp başka bir yerden tekrar batırılmakta, yani bir işlemde çok sayıda giriş yapma durumunda kalınmaktaydı. Çok sayıda giriş bebeğin işleme bağlı ölme riskini artıran bir durumdur, ancak günümüzde özellikle ikiden fazla giriş gerektiren durumlar ender olarak görülmektedir.Bebeğin işleme bağlı yaralanma riski de günümüzde rutin olarak ultrason yardımıyla yapılan AS'lerde oldukça azalmıştır. Ultrasonsuz dönemlerde bebeğin her türlü organında iğne batması sonucu yaralanmalar oluşabilmekteyken, günümüzde bunların sayısı çok azalmıştır. Meydana gelen yaralanmaların büyük kısmı bebeğin cildine iğne batması gibi zararsız sayılabilecek yaralanmalardır.İşleme bağlı olarak annenin dolaşımına değişen miktarlarda kan hücresi geçişi olmaktadır. Bu durum genellikle bir problem yaratmaz. Ancak anne adayıyla baba adayı arasında Rh uygunsuzluğu olduğu durumlarda bebeğin kan grubu da pozitifse problem yaratabilir. Bu durumda daha önceden Rh pozitif bir kan hücresiyle karşılaşmamış olan anne adayı savunma sistemi bu hücrelere karşı antikor üretmeye başlar, yani sensitize olur (duyarlılaşır). Bu, mevcut olan bir gebelikte bir problem yaratmamasına karşın sonraki gebeliklerde anne adayı tekrar Rh (+) kanla karşılaştığında daha önceden sensitize olup hazırlandığı için çok daha hızlı tepki göstererek bebeğin kan hücrelerinin parçalanmasına neden olabilir. Bu yüzden işlem sonrası anne adayına bir doz Rh immunglobulin (Rhogam) uygulanır. [Rh uygunsuzluğu]Bebeğin işlem esnasında aniden ölmesi de nadir görülen bir durumdur. Bunun işlemin bebekte yarattığı "stresin" nörolojik yolla kalbin durmasına bağlı olduğu düşünülmektedir.İşleme bağlı olarak amnios sıvısında enfeksiyon meydana gelme riski de aseptik (steril, yani bakterilerden arındırılmış) şartlar mevcut olduğunda ve kurallara uyulduğunda oldukça düşüktür. Ancak ikinci trimesterde amnios sıvısının savunma mekanizmaları henüz az gelişmiş olması nedeniyle enfeksiyonlar ağır seyredebilir. Genetik tanı amacıyla yapılan amniosentez sonrası yaklaşık %1-2 anne adayında "su gelmesi" şeklinde yakınmalar olmaktadır. Bu durum genellikle 48 saat içinde kendiliğinden iyileşir.AS uygulanan annne adayının enfeksiyon bulguları (ağrı, ateş, akıntı gibi), kanama, su gelmesi gibi bulguları doktoruna mutlaka haber vermesi gerekir. İstirahat mutlak zorunlu değildir ancak bedeni zorlayan işler yapılmamalı ve cinsel ilişkiye 3 gün ara verilmelidir.Bebeğin işleme bağlı kaybedilme oranını belirlemek güçtür. Zira bebeklerin bir kısmı AS uygulanmasa da başka nedenlere bağlı olarak ölebilmektedir. Bu konuyu aydınlatmak için yapılan bir çalışmada AS yapılmamış anne adaylarının bebeklerinin ölme oranı %3, AS yapılan anne adaylarının ise %3.2 olduğu, yani AS'nin bebeğin ölme riskini çok az artırdığı belirlenmiştir.Amnios sıvısı embolisi (amnios sıvısının kana geçmesi ve akciğer ana atardamarını tıkamasıyla meydana gelen çok ciddi bir durum) gibi durumlar ise çok nadiren meydana gelebilir.Çoğul gebeliklerde amniosentez mümkünmüdür?Bir zamanlar çoğul gebeliklerde amniosentez uygulaması sakıncalı olarak görülürken günümüzde artık böyle değildir. Çoğul gebeliklerde bebeklerin ultrason ile ayrıntılı olarak üç boyuttaki yerleri iyi bilinmeli ve sıvının iki (ya da daha çok sayıda) bebekten ayrı ayrı alındığından emin olunmalıdır. Bu amaçla ilk bebeğin AS işlemi tamamlandıktan sonra aynı iğneden bu keseye bebeğe ve anne adayına zararı olmayan indigokarmen adlı boya verilir. İkinci bebeğin amniosentezi yapılırken gelen sıvının boyalı olması yanlış kesede olunduğuna işaret eder ve yeni bir deneme yapılır. Gelen sıvının berrak olması durumunda sıvının diğer bebekten alındığından kesinlikle emin olunur. Monoamniotik (tek keseli) ikizlerde ise bu ayrım mümkün olmadığından birbirinden oldukça uzak iki nokta seçilerek her iki bebeğe ait hücreler elde edilmeye çalışılır.
AS sonuçları nasıl raporlanır?
AS sonuçları nasıl raporlanır?
Sitogenetik analizle bebeğin kromozomlarının sayısal anomalisi olup olmadığı ve belirgin yapısal bozukluk olup olmadığı belirlenir. (resimde hücrenin kromozomları, henüz haritalanma yapılmadan önceki dağınık hallerinde görülmektedir.)AS yapıldıktan sonra laboratuardan bebeğin kromozomlarının normal olduğunu belirten ve cinsiyetinin de bildirildiği bir rapor gelir (46 XX-kız bebek; 46 XY-erkek bebek gibi). "Normal" olarak gelen bu rapor bebekte yapısal doğumsal anomaliler, mikrodelesyon ve mikroduplikasyon gibi minimal kromozom kusurlarını ve özel teknik gerektiren frajil X sendromu gibi hastalıkların olmadığını gösteremez.Yukarıda kromozom haritası sonrası erkek bir bebeğin 46XY şeklindeki kromozomları görülmektedir.Tek gen hastalıklarının tayini için özel bir teknik kullanılmamışsa, kromozomların mikrodelesyon ya da duplikasyon gibi nadir görülen anormalliklerini belirlemek için özel bir teknik kullanılmamışsa, AFP ya da ACE gibi maddeler ölçülmemişse, enzim tayini yapılmamışsa gelen bilgiler yanlızca yukarıdaki gibi olur. Frajil X sendromu (erkek çocuklarında önemli bir zeka geriliği nedeni olan bir kromozom anomalisi) da ancak özel kültürlerde gözlenebilir.Bebekte bir kromozom anomalisi belirlenmişse laboratuar bu durumu bildiren bir rapor hazırlar (Trizomi 21 (Down sendromu); 45 X0-Turner sendromu gibi).Laboratuar rutin sitogenetik analiz dışında özel bir inceleme gerektiren durumlar için önceden haberdar edildiğinde bu özel teknikleri uygulayarak sonuç bildirir. Özel teknik kullanılacak durumların ise anne ve baba adayında belli bir hastalık için risk faktörlerinin varlığına bağlıdır ve AS uygulayan doktor tarafından laboratuara özel istek olarak bildirilir.
AS sonuçları güvenlimidir?
Normal çıkan bir kromozom analizinin hatalı olma payı çok çok düşüktür. Anormal bir durum oluştuğunda gerekli görüldüğünde KS (kordosentez) gibi bir yöntemle bu sefer bebekten kan örneği alınarak anormal durumun doğrulanması gerekebilir.Tanıda problem yaratanlar kromozomlarda inversiyon, translokasyon, ya da mozaik gibi anormal durumlardır. Bunlar saptandığında doğacak bebeğin bundan nasıl etkileneceğinin önceden belirlenmesi mümkün olmayabilir. Anne ve baba adaylarından birinde aynı tip bozukluk varsa ve normalse, bebekleri de büyük olasılıkla normal olacaktır.
Etiketler:
4.ay hamilelik,
Amniosentez,
Amniyosentez,
Down sendromu,
hamilelikde dördüncü ay,
NTD riski,
Üçlü test
Hamilelikde 3.Ay

Annedeki Değişiklikler :
- Göğüslerde dolgunluk, hassasiyet, göğüs ucunda koyulaşma görülür ve mavi damarlar görünür hale gelir.
- Rahminizi küçük bir yumru gibi pubik kemiğin üzerinde hissedebilirsiniz, yumuşak , dolgun ve daha büyüktür. Büyüklüğü leğen kemiğini dolduracak kadardır. İdrar kesesini sıkıştıracağı için daha sık idrara çıkabilirsiniz.
- Plasenta gelişiyor ve daha fazla hormon üretir.
- Vaginal akıntı beyaz renkte, daha yoğun ve yapışkan hale gelir.
- Kendinizi biraz daha yorgun ve enerjisiz hissedebilirsiniz. Uykusuzluk, mide şikayetleriniz devam edebilir.
- Sabah hastalığı olarak bilinen bulantılar bu ayda devam eder.
- Hamilelikte barsak hareketleri yavaşladığı için kabızlık görülebilir.
- Vücudunuzdaki kan miktarı hamilelikte arttığından, akciğerler, kalp, böbrekler daha çok çalışır, karın bölgesi ve bacaklarda kan desteğinin artması nedeniyle toplar damarlar daha görünür duruma gelir, yani varisler oluşabilir.
- Zaman zaman başağrısı , başdönmesi ve fenalaşma hissi yaşayabilirsiniz.
- Yemeklerden iğrenme ve aşerme görülebilir.
- Bel ve göğüs bölgesi büyüdüğünden kıyafetlerinizi dar hissetmeye başlarsınız.
- Bazı kadınlarda , yüz ve boyunda düzensiz, değişik şekillerde kahverengi lekeler görülebilir. Hamilelik maskesi (kloazma) denen bu lekelerin hamileliğin sonunda tamamen ya rengi açılır yada kaybolur.
- Kısa süre için , göbeğinizin üstünden aşağıya doğru uzanan vertikal koyu çizgi oluşması beklenir. Cildinizdeki gerilme nedeni ile rahatsızlık duyarsınız , göğüs , karın, kalça bölümlerine yumuşatıcı losyon sürerek ovabilirsiniz.
- Vücut görünümünüz pek fazla değişmemiştir.
- Fiziksel olarak hala hamile gibi görünmeseniz de duygusal olarak hızlı iniş çıkışlarınız olabilir. Mizaç değişiklikleri bu dönem sıktır. Aile olma ile ilgili dalgalanmalar, neşelenme, kaygı, huzursuzluk hissetmeniz tamamen normaldir. Sinirli, alıngan, gergin, ağlamaklı duygusal dönemleriniz hamileliğiniz süresince devam edebilir, ancak bebek doğumundan sonra düzelir. Bebeğinizdeki değişiklikler :
- Bebeğinizin yüzü daha çok insana benzemeye başlar. Eğik olan baş dikleşmiştir.
- Embriyodan fetusa dönüştüğü bu periyotta organlar ve dokular hemen hemen şekillenmiş ve yaşamsal organlar tamamen gelişmiştir. Bu ayın sonunda organlar çalışmaya başlar.
- Böbrekler çalışmaya başlamıştır, idrar kesesi bir torba şeklinde oluşmuş ve idrarını yapabilmektedir.
- Daha fazla detaylar görünmeye başlar. Gözler tam şeklini almış, dudakları , 20 adet diş tohumu , tırnakları, şeftali tüyü gibi saçları belirmeye başlamıştır. Parmakları ayrılmaya, bazı kemikleri sertleşmeye başlar.
- Yutmaya ve tekme atmaya başlar.
- Kız veya erkek olduğunu gösterecek dış cinsel organları gelişmeye başlar.
- Kalp atışları stetoskop ile duyulabilir.
- Boyu bu ay 2 katına çıkarak yaklaşık 6 cm, 15 g ağırlığındadır
Muayene ve laboratuar tetkikleri :
- Doktor kontrolü ve check-up yaptırın. Vücudunuzdaki sizi kaygılandıran değişiklikleri doktorunuza sorabilirsiniz.
- Kan basıncı, kilonuz ölçülmeli.
- İdrar tetkiki yapılmalı.
- El veya ayaklarda ödem, varisler için bacakların muayenesi yapılmalı.
- Bebeğin kalp atışları stetoskopla duyulabilir, ultrasonografi yapılabilir.
- Fundus yüksekliği ( rahimin en yüksek kısmı ) ölçülmeli
11-14 Testi :
Türkiye'de Trizomi 21 (Down sendromu) risk belirlemesinde kullanılan en yaygın test halen üçlü testtir. Ancak bebeğin 11.-14. gebelik haftaları arasında ense pilisi kalınlığının ölçümü, beraberinde anne adayından alınan kanda beta HCG ve PAPP-A ölçümü ve bunlardan elde edilen değerlerin bilgisayara girilmesi ve özel bir programa tabi tutulmasıyla da Down sendromu riski belirlenebilmektedir.
Ense pilisi kalınlığı:
Başta Trizomi 21 ve Trizomi 18 olmak üzere çeşitli kromozom anomalilerinin bir kısmında, fetuslarda ense kalınlığının bölgedeki sıvı birikimine bağlı olarak arttığının gözlenmesiyle birlikte bu ölçümün prenatal tanıda uygulanabilirliği hakkında teoriler üretilmeye başlanmıştır.Fetusun ense pilisi kalınlığı trizomi dışında çok çeşitli nedenlere bağlı olarak artabilir. Bunlar arasında kistik higroma adı verilen sıvı birikimi yıllardan beri Turner sendromu (45 XO şeklindeki kromozom anomalisi) ile ilişkili olduğu bilinen bir durumdur. Gerçekten de kistik higroma tanısı konan ve bu nedenle ileri inceleme yapılan bebeklerde %70 oranında Turner sendromu adı verilen kromozom anomalisine rastlanmaktadır. Fetusta kalp hastalıkları, akciğer hastalıkları, iskelet yapısıyla ilgili hastalıklar, konjenital enfeksiyon ve diğer hastalıklara bağlı olarak da ense kalınlığı artmış bulunabilmektedir.
Beta HCG ve PAPP-A :
Kandaki beta HCG seviyesi gebelik ilerledikçe azalmaktadır. Trizomili bebeklerde bu azalma çok daha yavaş olmaktadır. 11.-14. gebelik haftaları arasındaki ölçümler Trizomi 21 olan bebeklerde bu azalmanın daha yavaş olduğunu doğrulamaktadır. PAPP-A adı verilen madde ise gebelik ilerledikçe artan bir maddedir. Yine trizomili bebeklerde bu artışın normalden daha yavaş olduğu gözlenmiştir. Henüz yeni olan bu yöntemin uygulanmasında temel sorun ense kalınlığının doğru ölçülmesidir. Bu ölçüm ise sanıldığı kadar kolay değildir. Ense pilisi kalınlığını milimetrenin onda birini ölçecek hassasiyette ultrason aletleri kullanılmalı ve ölçüm esnasında gebelik haftasındaki normal anatomik yapılar (amnios zarı) fetusun ense pilisinden ayırt edilebilmelidir. Bu da tecrübe gerektirmektedir. Yine fetusun bu gebelik haftalarında hareketlenmeye başlamış olması, ölçümün hassas bir şekilde yapılabilmesi için bazen 20 dakika ve hatta daha uzun süren sabırlı bir bekleyişi zorunlu kılmaktadır. Sonuç olarak, incelemede bebeğin BPM'si, ense kalınlığı, anne adayıyla ilgili bazı bilgiler, kan ölçüm sonuçları bilgisayara girilmekte ve bilgisayar programı bu verileri aynen üçlütestteki gibi Down sendromu oluşma riskine dönüştürmektedir.Bu incelemeye tabi tutulan anne adaylarında risk yüksek bulunduğunda amniyosentez ya da koryon villus biyopsisi gibi invaziv girişimle kromozom analizi önerilmektedir. İncelemeyi yaptıran anne adaylarının az ihtimalle de olsa böyle bir ileri inceleme gerekebileceğini bilmeleri önemlidir.İncelemeye katılan anne adaylarındaki kromozom anomalileri %90'lık bir oranda yakalanabilmektedir. Bu haliyle bu yeni değerlendirme yöntemi, %60'lık bir trizomi yakalama oranı olan üçlüteste göre daha üstündür.İncelemenin diğer önemli bir özelliği de bu haftalarda fetusun anomaliler açısından ayrıntılı bir şekilde incelenebilmesidir. Bu haftalarda elbette tüm anomaliler saptanamaz. Ancak anensefali, ekstremite problemleri gibi bu haftalarda belirti veren anomaliler bu inceleme sayesinde daha erken tanınmaktadır.Üçlü test trizomiler dışında, başta nöral tüp defektleri olmak üzere diğer bazı anomalilerin de riskini belirler. Üçlü testte kandaki alfafetoprotein (AFP) değerleri bu konuda önemli bilgiler verebilmektedir. Ancak AFP ile taranabilen anomaliler, yüksek çözünürlüğü olan ultrason ile yapılan incelemelerde ("ayrıntılı ultrason") gözlenebilmektedir. Bu nedenle bazı doktorlar 11-14 testinden sonra 19-23. haftalarda ayrıntılı ultrason yapılacaksa, ayrıca üçlüteste gerek olmadığı kanısındadırlar. Bazıları ise üçlütestin anne adayında preeklampsi gelişip gelişmeyeceği konusunda da bilgiler verebilmesi nedeniyle üçlütestin 11-14 testi yapılmış olsa da yine de yapılması gerektiğini savunurlar.
Hamilelikde 2.Ay

Annedeki Değişiklikler :
- Göğüslerinizde dolgunluk, şişlik , hassasiyet ,göğüs ucunda koyulaşma görülür.
- Plasenta gelişir ve daha fazla hormon salgılamaya başlar.
- Vagina civarındaki dokularda bebeğin beslenmesine yardımcı olan damarlar mavimsi görünür.
- Kendinizi daha yorgun ve enerjisiz hissedebilirsiniz.
- Rahatsız edecek düzeyde kusma ile birlikte veya tek başına sabah bulantılarınız olabilir.
- Kabızlık, idrara sık gitme midede yanma, hazımsızlık, yiyeceklere aşırı istek veya isteksizlik, uykusuzluk şikayetleriniz olabilir.
- Kan hacminiz biraz artmıştır, hamilelik sonunda bebeğin ihtiyacını karşılamak için % 45- 50 fazla kana sahip olacaksınız.
- Arasıra baş ağrıları, baş dönmesi veya fenalaşma hissi yaşayabilirsiniz.
- Karın görünür derecede büyür, ancak belirgin kilo artışı olmaz. Rahim sıkılmış bir yumruk büyüklüğündeyken greyfurt büyüklüğüne ulaşır. Bu büyüme sırasında karın krampları, sancılar hissedebilirsiniz.
- Sinirlilik, ağlama isteği, duygusal değişiklikler, korku, neşe, kaygı duyabilir, mantıksız davranışlarda bulunabilirsiniz.
Bebeğinizdeki değişiklikler :
- Böbrek, kalp, sinir sistemi gelişmeye başlar, kalbi dakikada 150 kez çarpmaya başlar. Beyin,omurilik bağlantısı oluşur. Hipofiz bezi şekillenir. Esas organ ve sistemleri tamamen olmasa da gelişir. Organ gelişimi nedeniyle kritik bir dönemdir.
- El ve ayak parmakları, dizleri ve dirsekleri gelişmeye başlar, bacakları uzamaya, kolları gelişmeye ve elleri bilekten esnek hal almaya başlar.
- Kemikleri sertleşmeye , kıkırdak dokuları oluşmaya başlar.
- Yüz özellikleri daha belirginleşir. Gözleri, göz kapakları ve burun delikleri şekillenmeye başlar.
- Embriyo bu ayın sonlarına doğru fetus adını alır. Fetus sürekli yer değiştirir, hareket eder ancak siz henüz hissetmezsiniz.
- Yaklaşık çilek büyüklüğünde 2,5 cm kadardır. Ağırlığı 10g civarındadır, vücudun 1/3 ünü baş oluşturur.
Muayene ve laboratuar tetkikleri :
- El veya ayaklardaki ödem , varisler için bacak muayenesini de kapsayan ayrıntılı fizik muayene ve pelvik muayene yapılmalı.Leğen kemiğinizin yapısı , ölçüleri için pelvik muayene önemlidir.
- Kan tetkikleri; kan sayımı, kızamık, kızamıkcık ölçümü, frengi için serolojik test, hepatit B bakılmalı.
- Kan basıncı, kilonuz ölçülmeli
- İdrarda şeker, protein, bakteri miktarlarına bakılmalı.
- Pap smear yapılmalı- Bel soğukluğu kültürü yapılmalı
Hamilelikde 1.Ay

Anne Adayındaki Değişiklikler ;
- Düzenli olan adetinizi olmadınız ve sabah bulantınız başladı. Bunlar genellikle hamileliğin ilk belirtileridir. Adetinizin ilk olarak olmadığı bu dönemde yaklaşık 2 haftalık hamilesiniz demektir.Bulantı, kusmanın yanında tükrük salgısında da artış olabilir.
- Plasenta oluşmuş ve hormon yapmaya başlamıştır. Plasenta , bebeğinizin beslenmesini ve gelişmesini sağlayacak kordondur. Bebek gelişirken,bebeğinizi koruma görevi olan amniyotik sıvı da oluşmaya başlar.
- Göğüslerinizde hassasiyet, şişkinlik hissetmeğe başlarsınız.
- Rahminiz büyümeğe başlamıştır , ancak siz hissetmezsiniz.
- Kendinizi yorgun hissedebilirsiniz,uyku düzensizliği , midede hazımsızlık sık idrara gitme gibi şikayetleriniz olabilir.
- Yiyeceklere veya sadece bazılarına karşı aşırı istek duyma veya isteksizlik olabilir.
- Annede mizaç değişiklikleri olabilir.İlk 3 ay bu değişiklikler görülebilir. Zaman zaman iyi hissederken ,zaman zaman sinirli, aksi,dargın ağlamaklı davranabilirsiniz. Bu duyguları birarada ve içiçe yaşayabilir, özellikle babanın destek olması hamileliği anne açısından kolaylaştırır.
-Korku , kaygı,neşe , stres yaşayabilirsiniz.
Bebeğinizdeki değişiklikler ;
Yumurta ve sperm birleşmiş , döllenme oluşmuştur. Babanın spermi , bebeğin cinsiyetini belirler. Bebeğiniz embriyo denen bir hücreden gelişir, bu dönemde bir baş ve vücuda sahiptir.Bebek amniyotik sıvının içinde bir kesede büyür. Beyni , gözleri , ağzı, iç kulakları ve sindirim sistemi gelişmeğe başlar. Sinir sistemi, beyni, kalbi ve akciğerleri şekillenmeğe başlar. Kulakları küçücük nokta şeklindedir, gözleri ve burnu oluşmuştur. Kol ve bacakları şekillenmeye başlamıştır. Bu ayın sonunda embriyo elma çekirdeği kadar, yaklaşık 6 mm büyüklüğündedir.
Muayene ve Laboratuar Tetkikleri :
- Ayrıntılı bir fiziksel muayeneniz yapılmalı, kontrolünüzde doktorunuz yapacaktır.
- Aile öykünüzü doktorunuza aktarmalısınız.
- Tansiyonunuz ölçülmeli ve kaydedilmesi uygun olur.
- Kan grubu , kan sayımı, kan şekeri, karaciğer testleri vb. testler yapılmalıdır.
- İdrar tahlili yapılmalı.
- Pap – smear testi yapılmalı.
- Bel soğukluğu, sarılık, frengi, AIDS, klamidya, herpes gibi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara yönelik inceleme yaptırmalısınız.
- Orak hücreli anemi ( kansızlık ) , talasemi, akdeniz anemisi ve tay-sachs hastalıklarına ilişkin testler yaptırmalısınız.
- Düzenli olan adetinizi olmadınız ve sabah bulantınız başladı. Bunlar genellikle hamileliğin ilk belirtileridir. Adetinizin ilk olarak olmadığı bu dönemde yaklaşık 2 haftalık hamilesiniz demektir.Bulantı, kusmanın yanında tükrük salgısında da artış olabilir.
- Plasenta oluşmuş ve hormon yapmaya başlamıştır. Plasenta , bebeğinizin beslenmesini ve gelişmesini sağlayacak kordondur. Bebek gelişirken,bebeğinizi koruma görevi olan amniyotik sıvı da oluşmaya başlar.
- Göğüslerinizde hassasiyet, şişkinlik hissetmeğe başlarsınız.
- Rahminiz büyümeğe başlamıştır , ancak siz hissetmezsiniz.
- Kendinizi yorgun hissedebilirsiniz,uyku düzensizliği , midede hazımsızlık sık idrara gitme gibi şikayetleriniz olabilir.
- Yiyeceklere veya sadece bazılarına karşı aşırı istek duyma veya isteksizlik olabilir.
- Annede mizaç değişiklikleri olabilir.İlk 3 ay bu değişiklikler görülebilir. Zaman zaman iyi hissederken ,zaman zaman sinirli, aksi,dargın ağlamaklı davranabilirsiniz. Bu duyguları birarada ve içiçe yaşayabilir, özellikle babanın destek olması hamileliği anne açısından kolaylaştırır.
-Korku , kaygı,neşe , stres yaşayabilirsiniz.
Bebeğinizdeki değişiklikler ;
Yumurta ve sperm birleşmiş , döllenme oluşmuştur. Babanın spermi , bebeğin cinsiyetini belirler. Bebeğiniz embriyo denen bir hücreden gelişir, bu dönemde bir baş ve vücuda sahiptir.Bebek amniyotik sıvının içinde bir kesede büyür. Beyni , gözleri , ağzı, iç kulakları ve sindirim sistemi gelişmeğe başlar. Sinir sistemi, beyni, kalbi ve akciğerleri şekillenmeğe başlar. Kulakları küçücük nokta şeklindedir, gözleri ve burnu oluşmuştur. Kol ve bacakları şekillenmeye başlamıştır. Bu ayın sonunda embriyo elma çekirdeği kadar, yaklaşık 6 mm büyüklüğündedir.
Muayene ve Laboratuar Tetkikleri :
- Ayrıntılı bir fiziksel muayeneniz yapılmalı, kontrolünüzde doktorunuz yapacaktır.
- Aile öykünüzü doktorunuza aktarmalısınız.
- Tansiyonunuz ölçülmeli ve kaydedilmesi uygun olur.
- Kan grubu , kan sayımı, kan şekeri, karaciğer testleri vb. testler yapılmalıdır.
- İdrar tahlili yapılmalı.
- Pap – smear testi yapılmalı.
- Bel soğukluğu, sarılık, frengi, AIDS, klamidya, herpes gibi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara yönelik inceleme yaptırmalısınız.
- Orak hücreli anemi ( kansızlık ) , talasemi, akdeniz anemisi ve tay-sachs hastalıklarına ilişkin testler yaptırmalısınız.
Hamileliğin İlk Belirtileri
Hamilelik (Gebelik) Belirtileri Testleri Testi
Hamilelik (Gebelik) Belirtileri Gebelik`in teşhisi çok kere kolaydır. Ancak başlangıçta daha döl yatağı küçükken bazen anlaşılması güç olabilir. Ancak ilerlemiş hamilelik`lerin bile «ur» sanıldıkları hattâ bu «ur»un çıkarılması için kadının ameliyat bile edildiği görülmüştür, ilerlemiş bir Gebelik`in «ur» sanılması çok kere döl yatağında öteden beri bazı habis olmayan urların varlığı bilinen kimselerde olmaktadır
Eğer bu kimse aynı zamanda çok şişmansa hekimin yanılma şansı artabilir. Dikkatli bir hekimin şişman ve urlu bir döl yatağına sahip bir kadında bile Gebelik`i teşhis edebilmesi gerekir. Gebelik`in tespitinde faydalanılan belirtileri, «kesin Gebelik belirtileri» «kesin olmayan hamilelik belirtileri» ve «Gebelik ten ileri geldiği sanılan belirtiler» diye bölümlere ayıranlar vardır.
A. Gebelik kesin belirtileri:
a) Fetus'un kalp sesinin duyulması ve sayılması. Hekim bu amaçla özel bir dinleme aleti kullanır; Çok kere ancak 18-20. haftalarda anlaşılabilir. Dakikada 120-140 defa attığından annenin nabzından ayırdedilebilir.
b) Aktif fetus hareketlerinin muayene eden hekim tarafından tespiti; Beşinci aydan sonra elin karın üstüne koyulması ile hissedilebilir.
c) Fetus iskeletinin röntgen filminde görülmesidir. Bu belirtilerden herhangi birinin tespiti hamilelik teşhisini kesinlikle koydurur. Ancak dördüncü aydan sonra görülür. Fetusu röntgen ışınına maruz bırakmanın çocuğun gelişimini etkileyebileceği şüphesi mevcut olduğundan çok mecbur kalmadıkça kadın-doğum uzmanları bu yola başvurmazlar.
B. Gebelik `in kesin olmayan belirtileri:
a) Karnın büyümesi;
b) döl yatağının boyutlarının, şeklinin ve kıvamının değişmesi;
c) fetus'un içi sıvı dolu amniyon kesesinin sallanması sonucu hissedilmesi;
d) serviksteki bazı değişiklikler;
e) zaman zaman döl yatağı kasıntıları;
f) fetus'un bölümlerinin ayırdedilmesi;
g) Gebelik testlerinin pozitif sonuç vermeleridir. Bu bulgular hamilelik dışı nedenlerle de ortaya çıkabilir.
a) Karnın büyümesi: ilk hamilelik te, karın duvarındaki kaslar daha dirençli olduğundan dölyatağının arkadan dayanması sonucu dışarı doğru az göçeceklerinden ancak ilerlemiş Gebelikler bu şekilde farkedilebilir। ikinci ve sonraki Gebelik`lerde ise daha erken aylarda bu bulgu ortaya çıkabilir। Karında büyüyen herhangi bir ur da bu genişlemeğe yol açabilir.
b) Döl yatağındaki değişmeler: Döl yatağı zamanla büyür ve ancak üçüncü aydan sonra mesanenin önünde bulunan «semfiz» kemiğinin seviyesinden yukarı çıkar. Ayrıca, kadın-doğum uzmanı yaptığı muayenede yaklaşık olarak altıncı hafta serviksi ve dölyatağının korpus adı verilen kubbemsi bölümünü sert, ikisi arasında kalan bölümü ise yumuşak olarak hisseder. Buna Hegar belirtisi adı verilir. Bazı dölyatağı ve yumurtalık urlarının hekimleri yanıltabileceği ve her rahim büyümesinin Gebelik anlamına gelmeyeceği ortadadır.
c) Herhangi bir plastik torbaya su doldurulsa ve içine, özgül ağırlığı bu suyun içinde dibe çökmeden ama tam olarak batmış bir şekilde yüzmesine elverişli küçük bir cisim koysak ve bu torbayı elimizde tutup sallasak yüzen cisim zaman zaman gelip torbayı tutan ellerimize çarpacaktır. Kadın doğum uzmanı da bu şekilde dölyatağını hafifçe oynatarak bazen içinde ki fetus'u hissedebilir. Karın boşluğunda az miktar su toplanması ile bir arada görülebilen ufak yumurtalık urlarında da bu belirti mevcut olabileceği için bu da kesin olmayan belirtiler arasında sayılmaktadır.
d) Serviksteki değişiklikler: Hamilelik`in ikinci ayının başında serviks yumuşar. Serviks bazı iltihabi durumlarda, doğum kontrolü hapı kullananlarda da yumuşayabilir.
e) Hamilelik te döl yatağı zaman zaman herhangi bir. ağrıya yol açmayan kasıntılar yapar. Hamilelik`in başlangıcında da hissedilebilen bu kasıntılara BraxtonHicks kasıntıları adı verilir. Dışarı akamadığı için içinde kan toplanmış olan dölyatakları bu şekilde kasılabilir.
f) Hamilelik`in ikinci yarısında kadın-doğum uzmanı fetus'u. sertçe bir baş ve gövde bölümleri olarak hissedebilir; bazı rahim urlarının «fetus başı» zannedilerek yanlışlıklara yol açtıkları görülmüştür.
g) Hamilelik testleri; Seken adetin ilk gününden yaklaşık olarak 10 gün sonra doğru cevap vermeğe başlarlar. Zira genellikle çocuk sonunun (plasentanın) salgıladığı koryonik gonadotrofin hormonunun varlığını tespit esasına dayanmaktadırlar ve 1 litre idrar içinde 3.000 ünite gibi belli bir miktara ulaşmadan klasik hamilelik testleri doğru cevap vermemektedirler. Bazı tip kanserlerde de gerek erkekte gerekse kadında bu testlerin müspet sonuç verdikleri de bir gerçektir.
C. Hamilelik ten ileri geldiği sanılan belirtiler:
a) adetin sekmesi
b) göğüslerdeki değişiklikler
c) genellikle sabahları hissedilen bulantılar
d) fetus hareketlerinin anne tarafından hissedilmesi
e) vajina'daki renk değişikliği
f) gövdenin belirli yerlerinde, derideki koyulaşmalar
g) idrar zorlukları
h) yorgunluktan ibarettir.
a) Adetin sekmesi: Her kadında zaman zaman adetin bir kaç gün kadar sekmesi olağandır. Ancak bu sekme 10 günü aşarsa hamilelikten şüphelenilmelidir. Bazı kadınlarda hamilelik`e rağmen, çok az miktarda vajina yolu ile kanama görülebileceği bilinir. Halk buna «üstüne görme» adını vermektedir. Bu kanamanın hamilelik`in 40. gününden önce görülmesinin, hamilelik ürününün dölyatağı zarı içine yuvalanmasına bir tepki olduğu iddia edilmektedir. Adetin psikolojik etkiler sonucu veya hormonsal düzensizliklere bağlı olarak da kesilebileceği bilinmektedir.
b) Göğüslerdeki değişiklikler: Çok kere ilk hamilelik te daha çok anlam ifade eder. ikinci ve sonraki hamilelik lerde göğüslerdeki değişiklikler ilkinde olduğu kadar göze çarpıcı olmaz. Hamilelik`in ilk ayında kadın, göğüslerinin sızladığından yakınır; ikinci ayından sonra dokunmakla sertleşme ve meme ucunun etrafındaki koyu halenin daha da koyulaşıp genişlediği, memenin boyutlarının büyümeğe başladığı görülür. Bütün bu değişikliklerin bazı hormon salgılayan yumurtalık urları varken de görülebileceği bilinmektedir.
c) Sabah bulantıları: Çok kere hamilelik`in ilk ayı sonuna doğru ortaya çıkan bu durum genellikle altı-sekiz hafta sonra sona erer. Daha önce başlayıp çok daha uzun süren bulantılara ve kusmalara da rastlanabilir.
d) Hamilelik`in 18-20. haftalarından itibaren anne, çocuğun hareketlerini hissettiğini ifade eder. Bazı bağırsak hareketlen anne tarafından yanlışlıkla çocuk hareketleri olarak yorumlanabilir. Her bulantı ve kusmanın hamilelik`ten ileri gelmediği bilinmektedir.
e) Döl yolu kan damarlarına gelen kan oranı çoğaldığından bu bölge eskiye göre daha morumsu bir renk alır. Üreme organlarına gelen kan miktarını çoğaltan diğer durumlarda da bu görülebilir.
f) Göğüslerin uçlarını çevreleyen hale, göbeğin altındaki normal zamandaki belli-belirsiz olan deri çizgisi hamilelik`te koyulaşır. Bazı kadınların elmacık kemikleri üstündeki ve alınlarındaki deride de koyulaşmalar görülür ki buna «hamilelik maskesi» adı verilir. Bu deri koyulaşmalarının hamilelik dışı durumlarda da görülebileceği bilinmektedir.
g) Büyümekte olan dölyatağı, önünde bulunan mesaneye baskı yaparak hamile kadında sık sık idrar etme ihtiyacının belirmesine yol açabilir. Bazı idrar yolu iltihapları ya da bu şekilde basınca yol açabilen bazı urlar da aynı hissi doğurabilirler.
h) Hamilelik sık sık nedeni bilinmeyen bir şekilde aşırı yorgunluğa yol açmaktadır.
Hamilelik (Gebelik) Belirtileri Gebelik`in teşhisi çok kere kolaydır. Ancak başlangıçta daha döl yatağı küçükken bazen anlaşılması güç olabilir. Ancak ilerlemiş hamilelik`lerin bile «ur» sanıldıkları hattâ bu «ur»un çıkarılması için kadının ameliyat bile edildiği görülmüştür, ilerlemiş bir Gebelik`in «ur» sanılması çok kere döl yatağında öteden beri bazı habis olmayan urların varlığı bilinen kimselerde olmaktadır
Eğer bu kimse aynı zamanda çok şişmansa hekimin yanılma şansı artabilir. Dikkatli bir hekimin şişman ve urlu bir döl yatağına sahip bir kadında bile Gebelik`i teşhis edebilmesi gerekir. Gebelik`in tespitinde faydalanılan belirtileri, «kesin Gebelik belirtileri» «kesin olmayan hamilelik belirtileri» ve «Gebelik ten ileri geldiği sanılan belirtiler» diye bölümlere ayıranlar vardır.
A. Gebelik kesin belirtileri:
a) Fetus'un kalp sesinin duyulması ve sayılması. Hekim bu amaçla özel bir dinleme aleti kullanır; Çok kere ancak 18-20. haftalarda anlaşılabilir. Dakikada 120-140 defa attığından annenin nabzından ayırdedilebilir.
b) Aktif fetus hareketlerinin muayene eden hekim tarafından tespiti; Beşinci aydan sonra elin karın üstüne koyulması ile hissedilebilir.
c) Fetus iskeletinin röntgen filminde görülmesidir. Bu belirtilerden herhangi birinin tespiti hamilelik teşhisini kesinlikle koydurur. Ancak dördüncü aydan sonra görülür. Fetusu röntgen ışınına maruz bırakmanın çocuğun gelişimini etkileyebileceği şüphesi mevcut olduğundan çok mecbur kalmadıkça kadın-doğum uzmanları bu yola başvurmazlar.
B. Gebelik `in kesin olmayan belirtileri:
a) Karnın büyümesi;
b) döl yatağının boyutlarının, şeklinin ve kıvamının değişmesi;
c) fetus'un içi sıvı dolu amniyon kesesinin sallanması sonucu hissedilmesi;
d) serviksteki bazı değişiklikler;
e) zaman zaman döl yatağı kasıntıları;
f) fetus'un bölümlerinin ayırdedilmesi;
g) Gebelik testlerinin pozitif sonuç vermeleridir. Bu bulgular hamilelik dışı nedenlerle de ortaya çıkabilir.
a) Karnın büyümesi: ilk hamilelik te, karın duvarındaki kaslar daha dirençli olduğundan dölyatağının arkadan dayanması sonucu dışarı doğru az göçeceklerinden ancak ilerlemiş Gebelikler bu şekilde farkedilebilir। ikinci ve sonraki Gebelik`lerde ise daha erken aylarda bu bulgu ortaya çıkabilir। Karında büyüyen herhangi bir ur da bu genişlemeğe yol açabilir.
b) Döl yatağındaki değişmeler: Döl yatağı zamanla büyür ve ancak üçüncü aydan sonra mesanenin önünde bulunan «semfiz» kemiğinin seviyesinden yukarı çıkar. Ayrıca, kadın-doğum uzmanı yaptığı muayenede yaklaşık olarak altıncı hafta serviksi ve dölyatağının korpus adı verilen kubbemsi bölümünü sert, ikisi arasında kalan bölümü ise yumuşak olarak hisseder. Buna Hegar belirtisi adı verilir. Bazı dölyatağı ve yumurtalık urlarının hekimleri yanıltabileceği ve her rahim büyümesinin Gebelik anlamına gelmeyeceği ortadadır.
c) Herhangi bir plastik torbaya su doldurulsa ve içine, özgül ağırlığı bu suyun içinde dibe çökmeden ama tam olarak batmış bir şekilde yüzmesine elverişli küçük bir cisim koysak ve bu torbayı elimizde tutup sallasak yüzen cisim zaman zaman gelip torbayı tutan ellerimize çarpacaktır. Kadın doğum uzmanı da bu şekilde dölyatağını hafifçe oynatarak bazen içinde ki fetus'u hissedebilir. Karın boşluğunda az miktar su toplanması ile bir arada görülebilen ufak yumurtalık urlarında da bu belirti mevcut olabileceği için bu da kesin olmayan belirtiler arasında sayılmaktadır.
d) Serviksteki değişiklikler: Hamilelik`in ikinci ayının başında serviks yumuşar. Serviks bazı iltihabi durumlarda, doğum kontrolü hapı kullananlarda da yumuşayabilir.
e) Hamilelik te döl yatağı zaman zaman herhangi bir. ağrıya yol açmayan kasıntılar yapar. Hamilelik`in başlangıcında da hissedilebilen bu kasıntılara BraxtonHicks kasıntıları adı verilir. Dışarı akamadığı için içinde kan toplanmış olan dölyatakları bu şekilde kasılabilir.
f) Hamilelik`in ikinci yarısında kadın-doğum uzmanı fetus'u. sertçe bir baş ve gövde bölümleri olarak hissedebilir; bazı rahim urlarının «fetus başı» zannedilerek yanlışlıklara yol açtıkları görülmüştür.
g) Hamilelik testleri; Seken adetin ilk gününden yaklaşık olarak 10 gün sonra doğru cevap vermeğe başlarlar. Zira genellikle çocuk sonunun (plasentanın) salgıladığı koryonik gonadotrofin hormonunun varlığını tespit esasına dayanmaktadırlar ve 1 litre idrar içinde 3.000 ünite gibi belli bir miktara ulaşmadan klasik hamilelik testleri doğru cevap vermemektedirler. Bazı tip kanserlerde de gerek erkekte gerekse kadında bu testlerin müspet sonuç verdikleri de bir gerçektir.
C. Hamilelik ten ileri geldiği sanılan belirtiler:
a) adetin sekmesi
b) göğüslerdeki değişiklikler
c) genellikle sabahları hissedilen bulantılar
d) fetus hareketlerinin anne tarafından hissedilmesi
e) vajina'daki renk değişikliği
f) gövdenin belirli yerlerinde, derideki koyulaşmalar
g) idrar zorlukları
h) yorgunluktan ibarettir.
a) Adetin sekmesi: Her kadında zaman zaman adetin bir kaç gün kadar sekmesi olağandır. Ancak bu sekme 10 günü aşarsa hamilelikten şüphelenilmelidir. Bazı kadınlarda hamilelik`e rağmen, çok az miktarda vajina yolu ile kanama görülebileceği bilinir. Halk buna «üstüne görme» adını vermektedir. Bu kanamanın hamilelik`in 40. gününden önce görülmesinin, hamilelik ürününün dölyatağı zarı içine yuvalanmasına bir tepki olduğu iddia edilmektedir. Adetin psikolojik etkiler sonucu veya hormonsal düzensizliklere bağlı olarak da kesilebileceği bilinmektedir.
b) Göğüslerdeki değişiklikler: Çok kere ilk hamilelik te daha çok anlam ifade eder. ikinci ve sonraki hamilelik lerde göğüslerdeki değişiklikler ilkinde olduğu kadar göze çarpıcı olmaz. Hamilelik`in ilk ayında kadın, göğüslerinin sızladığından yakınır; ikinci ayından sonra dokunmakla sertleşme ve meme ucunun etrafındaki koyu halenin daha da koyulaşıp genişlediği, memenin boyutlarının büyümeğe başladığı görülür. Bütün bu değişikliklerin bazı hormon salgılayan yumurtalık urları varken de görülebileceği bilinmektedir.
c) Sabah bulantıları: Çok kere hamilelik`in ilk ayı sonuna doğru ortaya çıkan bu durum genellikle altı-sekiz hafta sonra sona erer. Daha önce başlayıp çok daha uzun süren bulantılara ve kusmalara da rastlanabilir.
d) Hamilelik`in 18-20. haftalarından itibaren anne, çocuğun hareketlerini hissettiğini ifade eder. Bazı bağırsak hareketlen anne tarafından yanlışlıkla çocuk hareketleri olarak yorumlanabilir. Her bulantı ve kusmanın hamilelik`ten ileri gelmediği bilinmektedir.
e) Döl yolu kan damarlarına gelen kan oranı çoğaldığından bu bölge eskiye göre daha morumsu bir renk alır. Üreme organlarına gelen kan miktarını çoğaltan diğer durumlarda da bu görülebilir.
f) Göğüslerin uçlarını çevreleyen hale, göbeğin altındaki normal zamandaki belli-belirsiz olan deri çizgisi hamilelik`te koyulaşır. Bazı kadınların elmacık kemikleri üstündeki ve alınlarındaki deride de koyulaşmalar görülür ki buna «hamilelik maskesi» adı verilir. Bu deri koyulaşmalarının hamilelik dışı durumlarda da görülebileceği bilinmektedir.
g) Büyümekte olan dölyatağı, önünde bulunan mesaneye baskı yaparak hamile kadında sık sık idrar etme ihtiyacının belirmesine yol açabilir. Bazı idrar yolu iltihapları ya da bu şekilde basınca yol açabilen bazı urlar da aynı hissi doğurabilirler.
h) Hamilelik sık sık nedeni bilinmeyen bir şekilde aşırı yorgunluğa yol açmaktadır.
28 Haziran 2007 Perşembe
Hamile Kalma Günleri
1. HESAPLAMANIN KOLAY YOLU
Dr. Ogino'nun bütün dünyaca kabul edilen yöntemine göre, ovulasyon ( yumurtlama ), beklenen bir sonraki adet kanamasından önce 12. ve 16. günler arasında, beş günlük süre içinde olur.Kitabın sonundaki takvimde görüldüğü gibi, otuz günlük adet periyodu olan bir kadında yumurtlama bazen son adet kanamasının ilk gününden başlamak üzere hesaplanan 15. ve 19. günler arasında olur. Fakat spermlerin üç gün süreyle canlı kalabildikleri düşünülmelidir. Eğer cinsel ilişki son adet kanamasının ilk gününden başlamak üzere 12., 13., veya 14. günde yapılmışsa, ya da tahmin edilen "emin günlerde" cinsel birleşimde bulunulmuşsa, gene de gebe kalmak olasılığı vardır. Zira spermler yumurtlama periyoduna kadar canlı kalabilir.Öte yandan, cinsel ilişki 20. günde veya yumurtlama periyodunun olduğu günün ertesi günü yapılmışsa, gene de gebe kalmak olasılığı vardır. Çünkü yumurta hemen hemen bir gün kadar canlı kalır.Onun için, "emin günleri" hesaplamak amacıyla, spermlerin canlı kaldıkları süreyi yumurtlama periyodunun ilk kısmına, yumurtanın canlı kalacağı günü ise yumurtlama periyodunun son kısmına eklemek gerekir. Kitabın sonunda takvimde gösterildiği gibi, 30 günlük periyotta emin devre ilk yarıda 11. güne kadar devam eder. İkinci yarıda ise emin devre 21. gün başlar.Bu sayıların akılda kalması kolaydır. Çünkü her iki günde de bir sayısı vardır. Bu kural her türlü adet periyotlarına uygulanır. Örneğin 32 günlük periyotta emin günler birinci devrede 13. güne kadar devam eder ve ikinci yarının 23. gününde yeniden başlar. 28 günlük periyotta bu sayılar 9. ve 19. günlerdir. Böylece kadının kendi döllenme tehlikesi olmayan günlerini hesaplaması çok kolaylaşır.İlk gebe kalma tehlikesi olmayan devrenin son gününü saptamak için, adet periyodu süresinden 19 gün çıkarılır. İkinci devrenin ilk gününü hesaplamak için de 9 gün çıkarılır.
2.PERİYODUN İLK YARISINDAKİ OLDUKÇA EMİN GÜNLER NASIL HESAPLANIR?
Yukarda ele alman emin devre, gebe kalınamayacağına dair %100 garanti değildir. Bazı kadınlar, emin devrede ilişkide bulunmaya çok dikkat etmelerine karşın gebe kaldıklarını söylemiştir. Bunun nedeni, adet periyodunda bazı düzensizlikler olabileceği içindir. Kadınlar adet periyotlarını bir yıl süreyle kaydederlerse, ilk günün bir gün önceye ya da bir gün sonraya kayabildiğini ayırdedeceklerdir. Bu tek günlük fark gebeliği önleme çabasını boşa çıkarabilecektir.Onun için, bir ya da iki gün, yumurtlama`nın erken olabileceğini hesaplamak yararlıdır. Gerçekten emin günleri saptamak için, uzun bir süre adet periyotlarının tarihini kaydetmek ve buradaki en aşırı düzensizlikleri hesaba katmak gerekir.Eldeki kayıtlardan en kısa adet periyodu 26 gün, en uzunu ise 30 gün görünmüyorsa, ilk yarıda emin devrenin 7. güne kadar devam edeceği anlaşılır. Yani, adet kanaması beş gün sürerse, ancak bunu izleyen iki günde gebe kalmak korkusu olmadan birleşmede bulunulabilir; bu gerçek, adet kanamasından sonraki üç günün emin devre olduğu hakkındaki genel görüşü çürütmektedir.
3. İKİNCİ YARININ EN EMİN GÜNLERİ NASIL SAPTANIR?
Birinci yarıda en emin günleri saptamak için yukardaki yöntem en başarılı olanıdır; aynı yöntem ikinci yarıya da uygulanırsa, bundan bazı hatalar doğar. Örneğin, adet periyodu en az 25, en çok 31 gün, ortalama ise 28 gün süren bir kadın, gebe kalmak tehlikesi olmadan birinci devrede 6. güne kadar ilişkide bulunabilir. İkinci yarıda ise birleşme 22. günden sonra başlayabilir. Bu da döllenme olasılığının çok uzun olduğu bir süredir.Bu yöntemin düzeltilmiş şekli bazal ısı adı verilen vücut sıcaklığının ölçülmesidir. Her sabah, yataktan kalkmadan belirli bir zamanda ağızdan dereceyle vücut ısısı ölçülürse (en iyisi 6,30 ile 7,30 arası), adet periyodu içinde vücut ısısının farklılık gösterdiği anlaşılır.Yumurtlama günü esas olmak suretiyle ısı bir süre azdır, bir süre fazlalaşır. Isı, yumurtlama gününe kadar 36,7 derecenin altındadır ve yumutlama`nın olduğu günün ertesi sabahı 36,7 santigradın üzerine çıkar. (Bu konuda kitabın sonundaki grafiğe bakın.)Böylece kadın her sabah döllenme tehlikesi olan devreye kadar vücut ısısını ölçer. Bir sabah ısının 36,7 santigradın üstüne çıktığını görecektir. O zaman yumurtlama olayının oluştuğunu anlamalıdır.İşi güvenceye almak için, kadın ertesi sabah vücut ısısını bir kez daha ölçebilir, ısı 36,7 santigradın üzerinde kalırsa, gelecek yumurtlamaya kadar gebe kalmak korkusu olmadan ilişkide bulunabilir. Bu şekilde ikinci yarının emin günleri artırılmış olur. Oysa ki basit hesapla bu süre daha az olacaktır. Ayrıca böylelikle kadın gelecek kanama gününü de kesinlikle hesaplayabilir.
NOTLAR ; Bazı kadınların vücut ısıları yumurtlama sırasında yukarıdaki özellikleri göstermez. Böyle kadınlar ancak hesap yöntemine güvenmelidir.b. Bir doğum yaptıktan sonra, gelecek adet kanamasına kadar yumurtlama gününü kesin olarak söyleyebilmek olanağı yoktur. Bu, gelecek aylarda önlemlere uymak gerektiğini gösterir.Genellikle yumurtlama iki veya üç ay olmaz. Fakat bazı kadınlarda ikinci ayda da yumurtlama başlayabilir. Annenin çocuğunu emzirdiği sıralarda çoğu kez yumurtlama olmaz, fakat bu kural yüzde yüz kesin değildir. Dört veya beş ay geçtikten sonra annenin gene gebe olduğunu ayırdetmesi, ender durumlardan değildir.
Dr. Ogino'nun bütün dünyaca kabul edilen yöntemine göre, ovulasyon ( yumurtlama ), beklenen bir sonraki adet kanamasından önce 12. ve 16. günler arasında, beş günlük süre içinde olur.Kitabın sonundaki takvimde görüldüğü gibi, otuz günlük adet periyodu olan bir kadında yumurtlama bazen son adet kanamasının ilk gününden başlamak üzere hesaplanan 15. ve 19. günler arasında olur. Fakat spermlerin üç gün süreyle canlı kalabildikleri düşünülmelidir. Eğer cinsel ilişki son adet kanamasının ilk gününden başlamak üzere 12., 13., veya 14. günde yapılmışsa, ya da tahmin edilen "emin günlerde" cinsel birleşimde bulunulmuşsa, gene de gebe kalmak olasılığı vardır. Zira spermler yumurtlama periyoduna kadar canlı kalabilir.Öte yandan, cinsel ilişki 20. günde veya yumurtlama periyodunun olduğu günün ertesi günü yapılmışsa, gene de gebe kalmak olasılığı vardır. Çünkü yumurta hemen hemen bir gün kadar canlı kalır.Onun için, "emin günleri" hesaplamak amacıyla, spermlerin canlı kaldıkları süreyi yumurtlama periyodunun ilk kısmına, yumurtanın canlı kalacağı günü ise yumurtlama periyodunun son kısmına eklemek gerekir. Kitabın sonunda takvimde gösterildiği gibi, 30 günlük periyotta emin devre ilk yarıda 11. güne kadar devam eder. İkinci yarıda ise emin devre 21. gün başlar.Bu sayıların akılda kalması kolaydır. Çünkü her iki günde de bir sayısı vardır. Bu kural her türlü adet periyotlarına uygulanır. Örneğin 32 günlük periyotta emin günler birinci devrede 13. güne kadar devam eder ve ikinci yarının 23. gününde yeniden başlar. 28 günlük periyotta bu sayılar 9. ve 19. günlerdir. Böylece kadının kendi döllenme tehlikesi olmayan günlerini hesaplaması çok kolaylaşır.İlk gebe kalma tehlikesi olmayan devrenin son gününü saptamak için, adet periyodu süresinden 19 gün çıkarılır. İkinci devrenin ilk gününü hesaplamak için de 9 gün çıkarılır.
2.PERİYODUN İLK YARISINDAKİ OLDUKÇA EMİN GÜNLER NASIL HESAPLANIR?
Yukarda ele alman emin devre, gebe kalınamayacağına dair %100 garanti değildir. Bazı kadınlar, emin devrede ilişkide bulunmaya çok dikkat etmelerine karşın gebe kaldıklarını söylemiştir. Bunun nedeni, adet periyodunda bazı düzensizlikler olabileceği içindir. Kadınlar adet periyotlarını bir yıl süreyle kaydederlerse, ilk günün bir gün önceye ya da bir gün sonraya kayabildiğini ayırdedeceklerdir. Bu tek günlük fark gebeliği önleme çabasını boşa çıkarabilecektir.Onun için, bir ya da iki gün, yumurtlama`nın erken olabileceğini hesaplamak yararlıdır. Gerçekten emin günleri saptamak için, uzun bir süre adet periyotlarının tarihini kaydetmek ve buradaki en aşırı düzensizlikleri hesaba katmak gerekir.Eldeki kayıtlardan en kısa adet periyodu 26 gün, en uzunu ise 30 gün görünmüyorsa, ilk yarıda emin devrenin 7. güne kadar devam edeceği anlaşılır. Yani, adet kanaması beş gün sürerse, ancak bunu izleyen iki günde gebe kalmak korkusu olmadan birleşmede bulunulabilir; bu gerçek, adet kanamasından sonraki üç günün emin devre olduğu hakkındaki genel görüşü çürütmektedir.
3. İKİNCİ YARININ EN EMİN GÜNLERİ NASIL SAPTANIR?
Birinci yarıda en emin günleri saptamak için yukardaki yöntem en başarılı olanıdır; aynı yöntem ikinci yarıya da uygulanırsa, bundan bazı hatalar doğar. Örneğin, adet periyodu en az 25, en çok 31 gün, ortalama ise 28 gün süren bir kadın, gebe kalmak tehlikesi olmadan birinci devrede 6. güne kadar ilişkide bulunabilir. İkinci yarıda ise birleşme 22. günden sonra başlayabilir. Bu da döllenme olasılığının çok uzun olduğu bir süredir.Bu yöntemin düzeltilmiş şekli bazal ısı adı verilen vücut sıcaklığının ölçülmesidir. Her sabah, yataktan kalkmadan belirli bir zamanda ağızdan dereceyle vücut ısısı ölçülürse (en iyisi 6,30 ile 7,30 arası), adet periyodu içinde vücut ısısının farklılık gösterdiği anlaşılır.Yumurtlama günü esas olmak suretiyle ısı bir süre azdır, bir süre fazlalaşır. Isı, yumurtlama gününe kadar 36,7 derecenin altındadır ve yumutlama`nın olduğu günün ertesi sabahı 36,7 santigradın üzerine çıkar. (Bu konuda kitabın sonundaki grafiğe bakın.)Böylece kadın her sabah döllenme tehlikesi olan devreye kadar vücut ısısını ölçer. Bir sabah ısının 36,7 santigradın üstüne çıktığını görecektir. O zaman yumurtlama olayının oluştuğunu anlamalıdır.İşi güvenceye almak için, kadın ertesi sabah vücut ısısını bir kez daha ölçebilir, ısı 36,7 santigradın üzerinde kalırsa, gelecek yumurtlamaya kadar gebe kalmak korkusu olmadan ilişkide bulunabilir. Bu şekilde ikinci yarının emin günleri artırılmış olur. Oysa ki basit hesapla bu süre daha az olacaktır. Ayrıca böylelikle kadın gelecek kanama gününü de kesinlikle hesaplayabilir.
NOTLAR ; Bazı kadınların vücut ısıları yumurtlama sırasında yukarıdaki özellikleri göstermez. Böyle kadınlar ancak hesap yöntemine güvenmelidir.b. Bir doğum yaptıktan sonra, gelecek adet kanamasına kadar yumurtlama gününü kesin olarak söyleyebilmek olanağı yoktur. Bu, gelecek aylarda önlemlere uymak gerektiğini gösterir.Genellikle yumurtlama iki veya üç ay olmaz. Fakat bazı kadınlarda ikinci ayda da yumurtlama başlayabilir. Annenin çocuğunu emzirdiği sıralarda çoğu kez yumurtlama olmaz, fakat bu kural yüzde yüz kesin değildir. Dört veya beş ay geçtikten sonra annenin gene gebe olduğunu ayırdetmesi, ender durumlardan değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)